"Ezdad Tebeddül Etmiş"

Edip AKAR

Allah’ın adıyla

2007 yılıydı. Kutlu Doğum Etkinlikleri yeni yeni yayılıyordu. Küçük kızlarımız birkaç etkinlikte ilahi okumuştu. Bu arada Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Çankaya’ya eşi başörtülü birinin çıkması gibi dehşetengiz bir tehlike(!) vardı. Ülkemin yılmaz bekçisi –aynı zamanda gerçek sahibi(!)- ordunun Genelkurmay Başkanı internet üzerinden bir gece yarısı ihtarı çekmişti. İhtara dört bir taraftan gelen alkışların arasında hükümet sesini yükseltti. Nihayetinde genel kanaate göre hükümet galip çıktı.

Günümüze doğru gelelim… Özellikle son beş yılda kendilerini kast sisteminin en üstünde, diğer insanları da Siyonist bir mantıkla kendilerine hizmetkâr olarak gören çevreler, her akşam bir umutla yataklarına geçtiler. Özellikle can damarlarına gelen her “dalga”dan sonra bu umutları, yarı kesin bir kanaate varıyordu.

Umut şuydu: Kudretli paşalar artık buna tahammül edemeyecek ve yarın sabah kalktıklarında gözleri sokaklarda tur atan tanklar görecekti. Türkiye tez zamanda Atatürk’ün çizdiği modern yola doğru evirilecek; bu kötü günler de bir daha geri gelmemek üzere geride kalacaktı.

Ancak bir türlü olmadı. Umutlar, aşına aşına tükendikçe; duygular da aşındı ve değişti. Aşırı sevginin, karşılık görmeme sonucunda aşırı bir düşmanlığa dönüşmesiyle; bu zavallılar da daha düne kadar imdat bekledikleri “kurtarıcı ordu”ya içten içe büyüyen bir kin besledi. “Ordu göreve” istekleri yerine gelmeyen bu çevreler artık duygularını gizleyemez duruma geldiler. “Kağıttan kaplan” ile başlayan bu süreç, gelip “Türk Silahsız Kuvvetleri” ile tasmalı hikayelere dayandı.

Roller değişti; bu kez de diğer taraftakiler başladılar milletin gözbebeği Mehmetçiği(!) savunmaya. Başbakan “orduya karışanın alnını karışlarım” türünden bir hiddetle atıldı er meydanına. “TSK ve ordumuzun şerefli mensuplarına yapılan hakaret; edepsizlik, kendini bilmezliktir.” Sözleri ile Uludere Katliamı’nda teşekkür ettiği orduyu bir kez daha şeref(!)lendirdi.

Dindar bir akrabası sebebiyle mensuplarını incelemeye alan; “eşin niye çaya gelmedi” soruşturması yapan; atılmamak için dindar subaylarının, geceleri kapılarına boş içki şişesi koymak zorunda kaldığı bir orduyu eleştirmek; kendini bilmezlik olmuş. Mensuplarını, resepsiyonlara katılan eşlerinin elbise ölçüleriyle değerlendiren kurumları eleştirmek; edepsizlikmiş. Üstad’ın “Ezdad tebeddül etmiş” sözüne bunun kadar uyan bir durum var mıdır?

Acaba mevzu bahis ettiğimiz, tarihi şan ve darbeyle dolu ordumuz, bir trans geçirmiş de biz mi haberdar değiliz? Törene başörtülüler katıldı diye töreni terk eden generallerin özür dilediğini; ya da 15–20 yıl önce halkı işkencelerden geçiren çavuşundan generaline, kimsenin bir pardon bile dediğini duyan var mı? Geçmişe gitmeye de gerek yok. Şimdikilerin de ortaya çıkan ses kayıtlarından “ahh! bir elime geçirsem” şeklinde nasıl millete öfkeli oldukları bellidir.

Kâbus nasıl böyle birden bitti de; Menderes ve Özal’dan sonra halkın tek kahramanı Erdoğan, halka nice acılar çektirmiş bir kurumu bu kadar sahiplenir oldu? Kendi aleyhine bile darbe planları hazırlamış askeri bu kadar sahiplendiğine göre; hâkimiyette epey yol kat etmiş demektir.

Böylece “Aslında Erdoğan çok şeyler yapmak istiyor; ama elinden gelmiyor, ordu var” avuntusunun da son kullanma tarihinin geçmiş olduğunun farkına vardık. Başka bir depresyon ilacı bulmak gerekir. Etkisini de en azından 2023’e kadar sürdürebilecek bir draje.

Sözün özü gel zaman git zaman, elimizde kalan; aktörleri değişmiş bir sistem oldu. Siyaset denen meret gerçekten de çok garipmiş. İçine aldığını fırıldağa çeviriyor. Eskiden postal yalayanlar askere tasma giydirirken; orduyu laik cumhuriyetin yılmaz savunucusu görenler paşalara efeleniyor. Geçmişte kelle koltukta orduyu eleştirenlerle, her adımlarını asker korkusuyla uygun atanlar da birden bire orduya bedava avukat oluyor. Ne diyelim? Onlar erdi muradına…

Bu arada siyasetten uzak bazı güzel gelişmeler de oldu. Mübarek bir Kutlu Doğum mevsimini tüm güzellik ve bereketiyle geçirdik. Bazı illerde görmeye aşina olduğumuz muhteşem mevlid coşkusunu geçen Pazar İstanbul’da da görme sevincini yaşadık.  Ayrıca Suriye’de iki aydır tutsak yaşayan gazeteci kardeşlerimizin de sağ salim görüntülerini gördük.

Allah’a hamdler olsun.

Doğruhaber Gazetesi

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.