Çoğumuz evde otururken ya da haber sitelerine göz atarken karşılaşmışızdır. “Aile içi şiddet” falan kişi, eşini, çocuğunu vurduktan sonra intihar etti. Falan kişi, eşini, çocuğunu, kaynanasını, kayınbabasını vurdu. Falan kişi, eşini kırk yerinden bıçakladı. Falan kişi, evine dinamit döşeyip uzaktan patlatarak eşini param parça etti. Hemen hemen her haberde bu örneklere rastlamak mümkün.
Sosyoloji ilmi bir olayı değerlendirirken şöyle izah eder: Bir kişinin intiharı psikolojik, on kişinin intiharı sosyolojiktir. Örnekleri derinlemesine incelediğimizde modanın, dizilerin, tüketim çılgınlığının bu tür olaylara sebebiyet verdiğini söyleyebiliriz.
Bu noktada annenin rolü çok önemli; eğer anne, babanın çalışıp getirdiğini sağa sola saçarsa babaya ziyadesiyle çalışmak düşer. Bu yükün altında kalan babanın psikolojisi bozulur, ciddi travmalar başlar.
Peki ilk örnek aldığımız şahsiyetlerin aile anlayışı nasıldı? Hatırlayalım:
Bir gün Hz. Fâtıma, bir hizmet için, Resul-i Ekrem'in huzuruna girmişti. Resulullah'ın(sav) mübarek nazarları kerimelerine ilişti. Evlenme çağına eriştiğini müşahede ettiler. Ümm-i Seleme ve Selman'dan rivayet olunmuştur ki: Hz. Fâtıma bülûğ çağına erdikten sonra, Kureyş'ten çok kimseler istedi. Resul aleyhisselam, kimsenin sözüne iltifat etmeyip, buyurdu ki: Onun işi, Hak Teâlâ'nın emrine bağlıdır.
Bir gün Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Sâd bin Muâz, mescidde oturup; Hz. Fâtıma'yı, Hz. Ali'den gayri herkes istedi. Kimseye iltifat olunmadı? Diye konuştular. Hz. Sıddık dedi ki: Zannederim ki Ali'ye nasip olur. Gelin, ziyaretine gidelim ve bu meseleyi açalım. Eğer fakirliği ileri sürerse, yardımda bulunalım. Sâd bin Muâz da dedi ki: Ya Eba Bekir! Sen, hep hayır yaparsın. Kalk, biz de sana arkadaş olalım.
Beni memnun ettiniz, dedi Hz. Ebu Bekir. Üçü birden mescitten çıkıp, Hz. Ali'nin evine gittiler. Hz. Ali, onları görünce, karşılayıp hâl ve hatırlarını sordu. Hz. Ebu Bekir şöyle sordu:
Ya Ali! Her hayırlı işte sen öndersin ve Resul-i Ekrem katında hiç kimseye nasip olmamış bir mertebedesin. Fâtıma'yı herkes talep etti. Hiç kimseye iltifat olunmadı. Sana nasip olacağını zannediyoruz. Niçin teşebbüs etmezsin?
Hz. Ali bunu işitince, mahzun bir şekilde dedi ki: Ya Eba Bekir! Beni ziyadesiyle memnun ettiniz. Ona, benden daha fazla rağbet eden yoktur. Lâkin elimin darlığı buna mânidir. Hz. Ebu Bekir, bunun üzerine şöyle cevap verdi: Böyle söyleme! Allah'ü Teâlâ ve Resulünün yanında dünya bir şey değildir. Buna fakirlik mâni olamaz. Var git, Fâtıma'yı iste!
Hz. Ali buyuruyor ki: Resulullah'ın(sav) huzuruna utanarak ve sıkılarak girdim. Resulullah'ın(sav) bütün heybet ve vakarı üzerinde idi. Huzurunda oturdum ve konuşmaya kâdir olamadım. Resulullah efendimiz buyurdu ki: Niçin geldin, bir ihtiyacın mı var?
Sustum. Resulullah Efendimiz: Herhalde Fâtıma'yı istemeye geldin, buyurunca; “Evet” diyebildim. Bunun üzerine Peygamber efendimiz, Hz. Fâtıma'ya, Hz. Ali'nin kendisini istediğini duyurdu. O da sustu. Peygamber Efendimiz her ikisinin de rızasının olduğunu anlamıştı ve Ali'ye dönerek buyurdular ki: Fâtıma'ya mehr olarak verecek neyin var?
Ya Resulallah! Benim halimi sizden iyi kimse bilmez. Bir kılıcım, bir de devem vardır. Başka bir şeyim yoktur. Resulullah Efendimiz tekrar buyurdular ki: Kılıcın gazaya lazımdır. Deven bineğindir. Sana verdiğim Hutamî zırhlı gömleğin nerededir, ne oldu? Yanımdadır. Onu sat ve parasını bana getir! Mihr olarak o kâfidir. Ve hazırlık başlar.
Selam ve dua ile…