Rasulullah’ın İkinci Annesi: Fatıma Binti Esed
Anne: Sevgi, merhamet, fedakârlık ve sabır gibi kavramların yüklü olduğu iki hece… Umudun, bu dünyadaki cennetin adı… İlk dokunuşumuz, ilk seslenişimiz… En tesirli öğretmenimiz… Düştüğümüzde kaldıranımız… Çoğu zaman anne ile dolar boşluklarımız, anne ile çoğalır sevinçlerimiz, anne ile diner acılarımız.
Evet, yaratılmışların arasından sevgiyi, muhabbeti en derin yaşayanlar anne-evlat ikilisidir muhakkak. Çocuk annesinin yanında cenneti yaşarken, evladının gözlerine her bakışında dört mevsim, bahar olur annenin yüreği. Bu yoğun muhabbeti kimimiz doya doya yaşamışızdır, kimimiz az, kimimiz ise hiç yaşamamışızdır belki de. Kim bilir?
Lakin bildiğim bir çocuk var ki; annesiyle yarım kalmış muhabbeti… Yetim kalmış bakışları. “Anne!” diye çağıramamış arkasından. Düştüğünde nazlanamamış bir daha…
Annesi artık yoktu belki ama O, yalnız değildi. Onu muhafaza eden, gözeten bir Rabbi vardı. Evet, en ağır imtihanlardan geçirdiği Rasulünü, öylece kimsesiz bırakır mıydı hiç? Ona yetimliğini aratmayacak başka bir anneye çevirdi bakışlarını. Evet, bu bahtiyar kadın Fatıma binti Esed’den başkası değildi. Dilerseniz yüreği şefkat ve merhametle yoğrulmuş bu güzide hanımı yakından tanıyalım.
Fâtıma binti Esed (R.Anhâ), Mekke’de Hâşimoğulları kabilesine mensuptur. Amcasının oğlu Ebû Tâlib ile evlenmiş ve bu evlilikten Tâlib, Akîl, Câfer ve Ali adında dört oğlu, Ümmü Hâni, Cümâne, Rayta ve Esmâ adında da dört kızı dünyaya gelmiş. Ebû Tâlib, Kureyş’in sevilip sayılan bir şahsiyeti olmakla beraber, geçimini zor temin eden, fakir bir insandı. Dedesi Abdülmuttalib’in vefatından sonra Efendimiz (SAV), amcası Ebû Tâlib’in himayesine verilmişti.
Sekiz yaşındaki bu nur yüzlü yetimin, maddi himayesi amcasının üzerindeydi fakat her şeyden önce bir anne şefkatine, sımsıcak, müşfik bir yüreğe muhtaçtı. İşte Hz. Fâtıma, bu mübarek yavruya annesini aratmamak için olanca gayretini sarf ediyordu. Kendi çocuklarından önce onu yedirip içiriyor, kendi öz evlatlarından önce bu kutsi emanetin elbisesini giydiriyor, saçını tarıyordu. Dahası onun en çok muhtaç olduğu yakın ilgiyi, anneliği ona tattırıyordu.
Sahi, kaç anne tanıdınız kendi evladından önce bir başkasına yediren, bir başkasını giydiren, onun yetimliğini unutturan? Belki de bu bize çok fazla gelir… O halde şöyle diyelim: Bir yetime karşı bencilliğimizi bırakıp empati kurduk mu hiç? Kaç yetimin başını şefkatle okşadık şimdiye kadar?
Çocuğumuza aldığımız en güzel kıyafetlerin birini verebildik mi? Yıl değil sadece bir gün misafir ettik mi evimizin en güzel köşesinde? Bir saat unutturabildik mi yetimliğini, kimsesizliğini? Boynunun büküklüğü sızlattı mı burnumuzu? Feri sönmüş gözlere bir an ışık olabildik mi? Kısaca Fatıma Binti Esed’in Efendimize gösterdiği şefkatin onda birini gösterebildik mi annesiz ve babasız olan birine?
Cevap “evet” ise ne mutlu onlara ki Rasulullah’ın şu müjdelerine mazhar olmuşlar: “Bir kimse, Müslümanların arasında bulunan bir yetimi alarak yedirip içirmek üzere evine götürürse, affedilmeyecek bir suç işlemediği taktirde Allah Teâlâ onu mutlaka cennete koyar.” (Tirmizî)
Peygamber Efendimiz, kendi yuvasını kuruncaya kadar amcasının ve yengesinin himayesinde kalmıştı.
Rasulullah (SAV) peygamberlikle vazifelendirildiğinde müşriklerin akıl almaz işkencelerine maruz kalmıştı. Bu durum Hz. Fâtıma’yı çok üzüyor, kalbini hüzne boğuyordu. Ebû Tâlib’le birlikte Onu himaye ediyor, acılarını unutturmak için elinden gelen gayreti gösteriyordu. Bir müddet sonra da Müslüman oldu. Annesi kadar sevdiği birinin Müslüman olması Rasulullah’ı memnun etti, acılarını unutturdu.
Hz. Fâtıma, Medine’ye hicret ederek Allah yolunda muhacir olma saadetini kazandı. Fakat onun saadetine saadet katan asıl hadise hiç şüphesiz, Rasulullah’ın “benden bir parça” dediği sevgili kızı Hz. Fâtıma’ya kayınvalide olmasıydı. Bunu kendisi için büyük bir bahtiyarlık addediyor, Hz. Fâtıma’yı üzmemek için azami gayret sarf ediyordu. Evde iş bölümü yapmışlardı. Her ikisi de kendilerine düşen vazifeyi en iyi şekilde yapıyorlar, bu arada birbirlerine de yardımcı oluyorlardı. Gelinin kayınvalideye, kayınvalidenin de geline karşı nasıl davranması gerektiğinin en canlı misallerini yaşıyorlardı. Onların sevgi ve saygı içerisinde geçinmeleri hem Rasulullah’ı hem de Hz. Ali’yi çok sevindiriyordu.
Peygamberimiz (SAV), Fâtıma bint-i Esed’e (R.Anha) vefa borcunu, yaptığı iyiliklere karşı kadirbilirliğini her fırsatta gösteriyordu. Devamlı ziyaretine gidiyor, gözetiyor, hâlini hatırını soruyor, çeşitli yardımlarda bulunuyordu. Her evladın annesine yapması gereken hizmetin daha fazlasını yapıyordu. Ona “anne” diye hitap ediyor, “anne” diyerek anıyor, yâd ediyordu.
Peygamberimizin Medine’ye yerleşmesinin üzerinden dört sene geçmişti. Her zaman yüzünde sürur ve saadet çiçekleri açan Sevgili Peygamberimiz o gün mahzundu. Hüznünün kaynağını kendisi şöyle ifade ediyordu:
“Bugün annem vefat etti!”
Bu mübarek hanım, risalet güneşini evinde barındıran, daha sonra da Ona ilk iman edenlerin arasında bulunan, Medine’ye hicret başlayınca da Peygamber gölgesinden uzak kalmaya dayanamayıp yurdunu yuvasını terk ederek gurbete çıkan Fâtıma bint-i Esed’di (R.Anha).
Peygamberimiz (SAV) gömleğini çıkarıp verdi ve kefen yapılmasını istedi. Cenaze namazını da kendisi kıldırdı. Sonra Hz. Fâtıma’nın naaşı kabre kondu. Kabir genişti. Rasulullah (SAV) kabre indi, bir müddet kabirde uzandı. Sonra çıktı. Gözleri yaşarmıştı. Yaşlar kabre damlıyordu. Peygamberimizin bu davranışı, ona duyduğu yakınlığın mücessem bir misaliydi. Aynı zamanda bir iltifattı. Çünkü Rasulullah’ın mübarek vücutlarının temas ettiği kabir, cennet bahçelerinden birisi olurdu.
Sahabeler, Peygamberimizin bu alakasından dolayı sordular: “Ya Rasulullah, biz bu hanıma gösterdiğiniz samimi alakayı başkalarına gösterdiğinize şahit olmadık.”
Peygamberimiz (SAV), onların merakını şöyle giderdi:
“O benim annemdi. Kendi çocukları aç dururken önce benim karnımı doyururdu. Kendi çocuklarının üstleri başları tozlu topraklı dururken önce benim saçımı başımı tarar, gül yağıyla yağlardı.
O benim annemdi. Amcam Ebû Tâlib’den sonra bu kadıncağız kadar bana iyiliği dokunan başka bir kadına rastlamadım. Ona cennet elbiselerinden giydirilsin diye gömleğimi kefen olarak giydirdim. Kabir hayatı kendisine kolay ve rahat gelsin diye de bir müddet kabrinde uzandım.”
Hz. Fâtıma’nın üzerine toprak atıldıktan sonra Rasulullah (SAV), sevgili annesi için şu duayı yaptı:
“Allah sana merhamet etsin ve seni hayırla mükâfatlandırsın! Anneciğim, Allah sana rahmet etsin! Annemden sonra bana annelik yaptın. Kendin aç kalır, beni doyururdun. Kendin giymez, beni giydirirdin. En iyi nimetleri kendin yemez, bana tattırırdın. Bunu da ancak Allah rızası için ve ahiret yurdunu umarak yapardın.
“Allah hem dirilten hem de öldürendir. Allah’ım, annem Fâtıma bint-i Esed’i affet, kabrini genişlet! Ben Rasulünün ve benden önceki peygamberlerinin hakkı için duamı kabul buyur, ey merhametlilerin en merhametlisi olan Yüce Allah!”
Biraz sonra da Rasulullah (SAV) tebessüm buyurdu ve orada bulunanlara şu müjdeyi verdi:
“Cebrail (AS), ‘Bu kadın, cennetliklerdendir.’ diye bana haber verdi. Ayrıca Yüce Allah, meleklerinden 70 binine, bu kadının cenaze namazını kılmalarını emretti. Melekler de onun cenaze namazını kıldılar.”
Selam olsun Fatıma Bint-i Esed’e ve onun gibi merhamet taşıyan annelere!
Zehra Yüksek | Nisanur Dergisi | Mart 2021 | 112. Sayı