Seyit Kutub’un, “Fedakârlıkların hesabını yapanlar dava adamı olamaz” sözü konumuzun özetidir. Bu özete baktığımızda başka bir başlık daha ortaya çıkıyor. Bu da; “davaya karşı farklı karakterler” başlığıdır. Bu karakterlerin açılımını yaparken, davaya karşı baba olanlar ve evlat konumunda olanlardan söz ediyorum. Baba karakterine baktığımızda hep evlada karşı bir özveri ve fedakârlık görülür. Karşılıksız bir fedakârlık hayatının ana parçası konumundadır.
Baba, evladın zarar görmemesi için kendini aslanın ağzına atabilecek karakterdedir…
Diğer taraftan evlat karakteri ise istisnalar haricinde hep babadan fedakârlık ister. Babanın limitsiz fedakârlığına karşı hep daha fazlasını ister. İmkânlar el vermediğinde babaya karşı tavır alır ve yapılan tüm fedakârlığı yok sayabilir. Bu karakterlerle ilgili halk arasında “bir baba on evlada bakabilir ama on evlat bir babaya bakamaz” sözü belki de bu olgudan gelmektedir. Tabi bu durum mutlak manada olagelen bir durumu değil bir gerçekliğe parmak basmak için söylüyorum.
Tıpkı bunun gibi kendi davasına baba karakteriyle bakan kişi gerçek bir davetçidir. Hiçbir karşılık beklemeden davaya karşı fedakârlıklarda hep önde olmuşlar. Davam/evladım zarar görmesin de hangi sıkıntı gelecekse hazırım diyendir. Dava adamı hiçbir zaman bir karşılık bekleyerek yaptıklarının hesabını yapmayandır. Fedakârlıkları hep onun ve davanın sahibi olan Yüce Allah arasında kalmıştır. Tek beklentileri O’nun rızasıdır.
Madalyonun diğer yönü ise; evlat karakteri dediğimiz kişiler hep davadan beklenti içerisindedirler. Geçmişte yaptıkları ufak fedakârlıkların büyük hesabını yaparlar. En ufak sıkıntıda ağır eleştirilerde bulunurlar. Davanın ona kazandırdıklarının farkında olmadan hep bir beklenti içerisindedir. Bu beklentiler hiç bitmez ve hep geçmişte yaptıklarının hesabını tutarlar…
Bu iki karaktere baktığımızda baba karakterini taşıyanlar tam bir davetçidirler. Fedakârlıklarının hesabını tutanlar ise hiçbir zaman gerçek bir dava adamı olamamışlar. Zira bu, dava müntesiplerinden fedakârlıkları karşısında cennet vaat eden bir Zat-ı Zülcelal’le ahitleşmedir. Bunun için de bu dünyada yaptıklarını aklından bile geçirmez. Zaten bu yolda çalışma fırsatını lütuf olarak gören kişiler geçmişteki fedakârlıkların hesabını yapmazlar. Davanın kendisi üzerindeki nimetinin farkında olmayan ve yaptıklarının hesabını tutanlar bu davanın büyüklüğünü anlamayanlardır.
Sonuç olarak; bu dava, kişileri aziz eder. Tarih sayfalarındaki insanları, aziz eden ve onları günümüze kadar kıymetli kılan bu davaya verdikleri hizmetlerdir. Ona olan aşklarıdır. Hiçbir zaman yaptıklarının hesabını tutmamalarıdır. Bu dava aziz olsun da hangi zorluklar gelirse gelsin ona hazırım diyen karakterlerdir. En ufak sıkıntıda yaptıklarının hesabını yapanlar tarih sayfalarından silindikleri gibi ahiretlerini de tehlikeye atmışlardır. Gerçek davetçi, yaptıklarının hesabını tutmayandır.
Yazımızı Dr. Zakir Naik’in meşhur bir sözüyle noktalayalım;
“İslam seninle ya da sensiz de kazanır, ama sen İslam olmadan kaybeder ya da kaybolursun.”