Hem de çok büyük felaketler yaşıyoruz!
Aklımıza gelmeyen başımıza geldi, geliyor.
Acının her türlüsünü tattık.
Vahşete, barbarlığa, zillete duçar olduk.
Olmayacak şeyler oldu.
“Baba katiliyle baban bir safta” sözü masum kaldı.
Öyle bir hal ki dilinde ‘tekbir' var, katilin de maktulün de…
Doğru ile yanlış, gerçek ile iftira birbirine karışmış.
Bediüzzaman Molla Said'in ifadesiyle “Ezdat suretlerini tebdil etmiş!”
Felaket, felaket üstüne; musibet, musibet üstüne baran misali yağıyor!
Haliyle moraller bozuk, zihinler karışık, ümitler kopuk…
Allah biliyor ya ümmetin durumu balığın karnındaki Yunus'tan daha kötü.
Müslümanlar sadece fiziki saldırılar altında değil, emperyalist medyanın da saldırısı ve yönlendirmesi altında.
Kültürel yozlaşma ve ahlaki çöküntü almış başını gidiyor.
Hz. Lut'un kavminin pabucu dama atılmış durumda.
Müslümanlar olarak bir kimlik krizine mahkûm edilmişiz.
Bu kısır döngüyü, bu tıkanmışlığı aşabilecek ne bir tasavvur, ne bir fikir ortaya koyabiliyoruz!
Bütün göstergeler, bütün veriler, bütün yollar, hayatın olağan akışı içerisindeki her an ‘birlik' içinde olmamızı gerektirirken ne temenni ediyoruz bunu ne de temin.
Ne mikro ne de makro düzeyde.
Ya mezhep ya kavmiyet duvarına toslayıp duruyoruz.
Her şey o kadar karışık ve girift ki helal-haram dengesi dahi bozulmuş.
Müslümanların yaşadığı ama sistemin gayr-ı İslami olduğu ülkelerde İslam'a saldıranlar da İslam'ı talep edenler de cezaevlerinde.
Tutarsızlık mı, tuhaflık mı, yaman çelişki mi, ne dersen de!
Ne olacak, nasıl olacak?
Yok mu çaresi?
Kuşkusuz var.
Kur'an; mü'mini ne çaresiz ne de yolsuz bırakmış:
“Bizim uğrumuzda çabalayanlara( cihad edenlere, koşuşturanlara) şüphesiz yollarımızı gösteririz. Gerçekten Allah, ihsan edenlerle beraberdir.(Ankebut-69)
Bu ve benzer mutlak doğrular üzerinde düşünmek yani tefekkür etmek gerek.
Tefekkür, var olmak ve her türlü denklemi çözmektir.
Ehl-i gayret ve ehl-i tefekkür için nasıl ki gece, gündüzün habercisi ise imtihan ve meşakkatler de güçlenmenin ve ferahlamanın habercisidir.
Kur'an, bizlere imtihan ve meşakkatlerin fertleri ve toplumları güçlü kıldığını ve sonrasında ise ferah ve felaha erdirdiğini haber veriyor.
Ne zer, ne sîm; yakîn bir iman ve kalb-i selim istiyor.
Ayrılığa düşmeden birlik ve beraberlikler kurmamızı istiyor.
“Ümmet'in birliği ve beraberliği!” meselesi bir ütopya, hatta imkânsız gibi duruyor, farkındayım.
O halde gelin bunu başaran yani bela, musibet ve vahşetlerden güçlenerek çıkan ve birliği tesis eden Bilge Kral Aliya'ya kulak verelim:
“İnanılmış bir ütopya, ütopya olmaktan çıkar; zira bazı fikirler kendisine inanıldığı oranda gerçekleşir!”