Masamıza servis edilenleri tatma fırsatı bulamadan bir yenisinin daha servis edilmesi, servis edilenin ne olduğunu anlama çabasının önüne geçiyor. Bilinçsiz bir yeme alışkanlığı ve bu hızlı sunuya entegre oluşumuz, servis edenin yüzüne bile bakmaksızın gelen yemeğe odaklanmamızı sağlıyor. Toplum artık her alanda McDonaldlaşıyor. Sorgusuz bir tüketim çılgınlığı, bizi hazıra gark ediyor, yine sorgusuz bir yaşamsal döngüye sürüklüyor. Netice itibariyle biz, yalnızca servis edileni hazmetme işiyle uğraşırken, üretken dallarımıza vurulan keskin baltalar bizi üretileni hazır almaya mecbur bırakıyor. Bu mecburiyet yozlaşmanın libası oluyor, cebren de olsa zamanla maruz kaldıklarımıza benziyoruz.
Bu ciddi bir mes’eledir! Bu yazımızda masamıza servis edilenlerden birini konuşacağız.
Bugün önümüze servis edilen tabakta felsefe var. Biz felsefenin kötü bir şey olduğunu asla ve kat’a iddia etmiyoruz. Ancak yanlış kullanıldığı vakit her şeyde olduğu gibi bu alanda da ciddi müşkillerin oluşacağı endişesiyle bu konuya değinmek gayesindeyiz.
Felsefe, öyle tek bir tanımla anlatılacak ya da iki üç nesnel cümlenin bir araya gelmesiyle tanımlanacak bir mefhum değildir. Bertrand Russel’a göre felsefe iki ayrı filozof tarafından benzer tanımlarla anlatılacak bir mefhum da değildir. Felsefe terimi Yunanca “arıyorum”, “ardından gidiyorum” anlamlarına gelen “phileo” kelimesiyle ve “bilgi”, “hikmet” ve “bilgelik” anlamlarına gelen “sophia” kelimesinin birleşimiyle oluşan felsefenin kelime anlamı “hikmet ve bilgelik sevgisi”dir. Bu arayış içerisinde bilgeliği seven, bilgiyi arayan ve ona ulaşmak isteyen kişilere filozof denir. Pisagor’a kadar yani ilkçağ filozoflarına kadar sophia kelimesi filozoflar için kullanılmıştır. Lakin Pisagor’dan sonra bu durum biraz değişikliğe uğramıştır. Çünkü Pisagor’a göre gerçek anlamda bilge olan yalnızca Tanrı’dır. İnsanın mutlak bilgiye ve hikmete erişmesi mümkün değildir. Yani sophia ancak Tanrı olabilir demiştir. Bu sebeple sophia kavramına philo kavramını ilave etmiş ve filozofun ancak bilgeliği seven kişi olabileceğini savunmuş, gerçek bilgi ve hikmetin Tanrı’da olduğunu kabul ettirmiştir.
İlk çağlarda “hikmet ve bilgelik sevgisi” olarak kabul edilen “philosophia”nın, temel esaslarından birisi olan “hikmet”, hem ilim hem de doğru olana ulaşmak anlamlarını ihtiva etmektedir. O halde felsefe sözünden hem olup biteni bilme, hem de iyi olanı keşfetme anlamlarını pek tabii çıkarabiliriz. Bilginin ve bilgeliğin nasıl olduğu ve felsefenin tanımı konusunda ihtilafların mevcut olduğunu belirtmiştik. Fakat genel bir ifadeyle denilebilir ki; ’Felsefe, var olan her şey üzerinde rasyonel, eleştirel, objektif, tutarlı bir düşünce etkinliğidir”.
Filozoflar, insanla ilgili olan şeyleri akıl merkezli düşünerek felsefeyi her şeyi araştırabilen bir alan olarak görmüşlerdir. Felsefenin ele aldığı konular üç ana bölümden -ontoloji, epistemoloji ve aksiyolojiden- müteşekkildir. Ontoloji, evrenin varlığını, nasıl meydana geldiğini ve evrenin içinde var olan her şeyi ele alırken; epistemoloji, bilginin tanımı, kaynağı, imkânı, alanı ve kapsamını konu edinmektedir. Aksiyoloji ise din, ahlak, estetik, siyaset ve eğitim gibi temel konular üzerindeki düşünme etkinliğidir. Felsefe ile ilgili yaptığımız şu kısa tanımlar anlatacaklarımızın iyice idrak edilmesi için elzemdi. Anlaşıldığı üzere felsefenin çıkışı ve İlk Çağ’daki mahiyeti ile günümüz felsefesi arasında dağlar kadar fark vardır (elbette istisnalar mevcuttur).
Günümüz felsefe anlayışı mazideki felsefi görüşlerden çok, bu asrın gündemine oturan yanlış hayat telakkilerinden oluşmaktadır. Bunların sonu, genellikle küfre, dinsizliğe çıkmaktadır. Biraz geçmişe gittiğimizde felsefe denince akla ilk gelen Platon, Aristoteles, Sokrates gibi filozofların üzerinden günümüz felsefesine ve eski felsefeye bir yorum getirelim. Bu üç zat vahyin olmadığı zamanlarda Yunan Mitolojisinin müthiş bir şekilde hâkim olduğu bir toplumda olabilecek en iyi akli seviyeye ulaşmıştır. Bu üç filozof bilim tarihine eşsiz eserler bırakmış bununla birlikte evrenin tek yaratıcısı olduğuna inanmıştır. İşte yukarıda dile getirdiğimiz hikmetten, bilgelikten ve iyiye ulaşmaktan kasıt aslında Platon, Aristo ve Sokrat’ın felsefe sergüzeştinde ulaştığı nihayet. İşte felsefenin gerçek yolu ve ulaştığı netice.
Öte yandan Yakınçağ felsefesine bakalım. Dönemin felsefesinde tanım bile değişmiş sanıyorum. Artık felsefe ‘bilgelik sevgisi’ değil ‘düşünce sevgisi’ olarak tagayyür edilmiş durumda. Çünkü artık işin içinden hikmet arayışı çıkmıştır. Daha çok insanla ve insanın karanlık yönüyle ilgilenen, hedonist duygularının tercümanı olan bir felsefe hâsıl olmuştur. Son dönemin yükseleni felsefe, dönemsel modanın akışına kapılmış gençlerin dikkatini çekmiş, hal böyle olunca tehlike çanları çalmaya başlamıştır. Çünkü topluma indirgenen felsefe, sadece okuyan kesime değil yığının tamamına hitap eder. İşte bu herkesin ulaştığı felsefe donanımsız ve teçhizatsız bireyler için itikadın dibine koyulan dinamitler mesabesindedir. Bakın dikkat kesilin donanımsız bireyler için diyoruz. Felsefeye karşı değiliz hatta gerekliliğini savunanlardanız.
Üstad Bediüzzaman, ‘Münazarat’ isimli eserinde, dini ilimlerle fenni/felsefi ilimleri iki ayrı kanada benzetmiştir. “Talebenin himmetinin bu iki kanat ile pervaz edeceği” yükseleceğini vurgulamıştır. Ayrıca Bediüzzaman din ilimlerini gözün siyah kısmına, felsefi ve fenni bilimi de beyaz kısmına benzetmiştir. Her ikisinin birlikteliğiyle gözün görev yapabileceğine, lakin asıl gören kısmın gözün siyahı olduğuna dikkat çekmiştir. İşte bizim karşı çıktığımız ve tehlike çanları çalıyor dediğimiz felsefe, sadece aklı esas alan, ahlakı yozlaştıran tek kanatlı, hikmetsiz felsefedir. Yoksa hiç bir Müslümanın, felsefeye karşı çıktığı düşünülemez. Zira bir Müslümanın en mümtaz özelliklerinden biri, kâinatı ve ondaki hadiseleri Allah’ın varlığına, birliğine, sıfatlarının sonsuzluğuna delil olarak görmesi ve davasının izahında felsefi gerçeklerden azami derecede faydalanmasıdır.
Toy zihinlere etkilerinin ne denli korkunç olabileceğinin farkındalığı bu yazıyı kaleme alma derdi verdi bize hamdolsun.
Derdimiz ve mevzumuz bunun tehlikesini iri puntolu büyük harflerle anlatmak!
Son olarak; Temelsiz ve birikimsiz felsefeyle ilgilenen şahıs, hayata yeni başlamış ve kendinden bihaber çocuğa benzer. Bu çocuk ahlakını gördüklerinden alır. Kınalızade’ de ‘çocuğun hilkati sirkattendir’ yani ‘çocuğun yaradılışı çalmaktan gelir’ der. İşte temelsiz felsefe okuyucusu bu söze matuf olur. Öğrendiğini çalar heybesine koyar ve itikat haritasını bu argümanlar ile çizmeye başlar.
Herkesin her şeye ulaşabildiği bu garip çağda manipüle edilmemeliyiz, buna karşı uyanık olmalıyız. Önümüze servis edilenlere bilinçle yaklaşmalı, ne olduğunu anlamalı, taassupla reddetmemeli ferasetle çözümlemeliyiz.
Söz&Kalem - Yusuf Yetiş