Peygamberlerde olmazsa olmaz sıfatlarından biri de Fetânettir. Fetânet, “Fetane” kelimesinin masdarı olup kelime manası akıllılık, zekilik, dâhilik ve uyanıklık demektir. Ahmâklık, akılsızlık veya kıt anlayışın tam zıddıdır.
Allah (cc), atamız Âdem aleyhiselamdan efendimiz Muhammed aleyhisselama kadar muhtelif zamanlarda birçok peygamber göndermiştir. “tebliğ” gibi kritik bir görevi yerine getirme durumunda olan bu peygamberlerin; mutlaka çok zeki, akıllı, muhakeme kabiliyeti en yüksek kişilerden olması gerekir. Çünkü yüce Allah lütuf ve ihsanının bir nişanesi ve kullarına olan sonsuz rahmetinin bir eseri olarak peygamberler göndermiştir.
Haliyle o kadar azgın ve sapkın düşünceler içinde kalmış bir toplumla mücadele, siyasi ve kültürel üstünlüğü ve dehayı gerektirir. Zira o topluluğun belki asırlar boyu süregelen, atalardan görme davranışları ve geleneksel inançları onların kafasından silip yerine doğruyu, hakikati ve hepsinden ileri tevhid inancını yerleştirmek için sosyolojik ve kültürel dehayı gerekli kılar.
Bundan dolayı yüce Allah, kulları arasından bu kabiliyete sahip kimseleri seçip peygamber göndermiştir. Şu halde, toplumun içinde bulunduğu düşünce ve akıl seviyelerine göre onları ikna etmek, yanlış inançlarını düzeltmek, münazaraya girenleri tutarlı ve mantıklı cevaplarla susturmak, Peygamberler gibi fetânet sahibi, akıllı, zeki kimselerin yapabileceği bir iştir.
Peygamberlerin akıllarında en küçük bir kusura sebep olacak bir rahatsızlıkları olmuş olsaydı, bu kadar ağır ve zor bir görevi başarabilmeleri mümkün olmazdı. Onun içindir ki hiçbir peygamberde (hâşâ) ahmâklık, akıl noksanlığı bulunması veya herhangi bir hastalığın akıllarına zarar vermesi mümkün olmamıştır. (Taftazanî, Şerhulmakasıd, II, 1 98)
Gerçi bazı kavimler kendilerine gönderilen peygamberleri, akılsızlık ve çılgınlıkla itham etmişlerdir. Çünkü bunlar kendi düşünce sistemlerine tamamen zıt, hayat tarzlarını kökünden sarsan bir teklif karşısında şaşkına dönmüşlerdir. Akıllarının alamadığı bir şeyi akılsızlık saymışlardır. Kendilerinin daracık akıl dünyaları, ilk defa duydukları gerçekleri kabul edemediği ve kendi inançlarından başka hakikatin olamayacağını düşünerek bu ithamlarla hamakatlarını gizlemeye çalışmışlardır.
Nitekim Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem de Mekke müşriklerinin aynı iftiralarına maruz kalmış, aynı iddialarla suçlanmıştır. Onlar Peygamberimiz sallallahu aleyhi veselleme deli demişlerdi. Bunun üzerine Allah (c.c), ona hitaben, “Sen, Rabbinin nimetiyle (şımarıp dengeyi kaybeden) bir çılgın değilsin” (Kalem, 2) diyerek bu iddiayı temelden çürütmüş ve reddetmiştir.
Üstelik her peygamberin, kendilerine inanmayanların birçoklarınca da akıllı kimse olarak kabul edilmesi bu hakikatin açık delillerindendir. Mesela peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, henüz peygamber olarak gönderilmeden önce, Kâbe'nin inşası sırasında, Hacerülesved'i yerine koyma şerefine nail olmak arzusundan doğan kabileler arasındaki ihtilafta hâkem seçilmiş ve gösterdiği üstün maharetle, çıkmak üzere olan bir savaşı önlemiştir. (İbn Hişam, I, 196)
Bu noktadan hareketle diyoruz ki, eğer günümüz dünyası, içine sürüklendiği keşmekeşten, -adına barış ve özgürlük dedikleri- savaş çıkmazı ve bunalımından kurtulup huzura kavuşmak istiyorlarsa, peygamberlerin varisleri olan âlimlerin yol göstericiliğine mecburdurlar. Beşerin rabbi olan Allah'ın onlara gönderdiği reçeteyle ancak insanlık yeniden yönünü doğrultacak ve bu bunalımlardan kurtulacaktır. Peygamber mirasından nasiplenmiş Fetânet sahibi âlimlerin kılavuzluğuyla ancak sahili selamete kavuşacaktır.
Bugün pusulasını kaybetmiş –özellikle İslâm dünyası- insanlık, bunun ıstırabını bunun yokluğunu ve boşluğunu yaşamaktadır. Buna dönmediği müddetçe battığı necaset bataklığında debelenmeye devam edecektir. Bugün Suriye'nin, Irak'ın, Yemen'in ve daha birçok İslâm beldesinin yaşadığı acı tablo, maalesef bunun yokluğunu ve yoksulluğunu göstermektedir. Rabbim, ümmetin içinden bu yaraya merhem olacak Fetânet sahibi âlimleri göndersin, Müslüman halka da onlara tabi olmayı ve muzahir olmayı nasip etsin.