İslam, fetihler yapan bir din olarak zuhur etti; önce kalpleri fethetti, sonra kalplerle birlikte şehirleri. Fetih, her şahsiyet için günahlardan sevaba, kötülükten iyiliğe, karanlıktan aydınlığa bir geçiş olduğu gibi her şehir için de zulümden adalete, gerilikten terakkiye, küçüklükten büyüklüğe bir geçişi ifade etmiştir.
Hz. Bilal gibi köleler, İslam ile efendi oldular.
Mekke gibi şehircikler fetih ile dünya tarihine geçtiler.
Miladi takvimle 27 Mayıs Cumartesi günü Diyarbakır'ın 1478; 29 Mayıs Pazartesi İstanbul'un 564. fetih yıldönümüdür. Bu fetheyn (iki fetih) İslam alemine mübarek olsun.
İlki İslam'ın zuhurundan hemen sonra, diğeri ise sekiz yüz yıl sonra gerçekleşmiştir. Biriyle Bizans'ın doğu kanadı kopmuş, diğeri ile merkezi çökmüştür, biriyle Doğu Hıristiyanlığının Rum Kilisesi dışındaki kiliseleri işlevsizleşmiş, diğeri ile Rum kilisesi de siyasi nizamını kaybetmiştir.
Müslümanlar, ilkini kısa sürede ve tek kuşatmaya gerçekleştirmişler; ikincisiyle yaklaşık sekiz yüz yıl uğraşmışlar, gerçekleşeceğine ilk günden inanmışlar ve söz konusu sekiz yüz yıla rağmen umutlarını kaybetmemişler, kendilerine fethi müjdeleyen kaynaklarının doğruluğundan şüpheye düşmemişlerdir. Bu yönüyle İstanbul'un fethi adeta Hz. Nuh'un davet sabrını andırır.
Müslümanlar, biliyorlardı ki, İslam kaynakları bir şey söylüyorsa o, kesinlikle doğrudur, ondan kuşkuya düşmek kesinlikle yanlıştır. Müslümana düşen, umudunu yitirmeden onun peşinde yol almaktır.
Bu büyük fetihlerin ardından da İslam alemi nice fetihler gerçekleştirdi, sonra düşman galebe çaldı, kapıya dayandı, içeri girdi.
Bugün nice İslam yurtları işgal altında; nerede Endülüs, Kırım, Kafkasya, Doğu Avrupa, Hindistan… Fiili işgal bir yana son iki yüzyılda Müslümanların beyni ve kalbi işgale uğradı, İslam tarihinde ilk kez Müslümanların çocukları fiili bir irtidattan söz etmeden, başka bir dine geçiş söz konusu olmadan İslam'a karşı bir duruş sergilediler. Bugün İslam fıkhının İslam dünyasının herhangi bir coğrafyasında hürce uygulama ortamı yok edilmiştir. Coğrafyalar bir yana, bir Müslüman evinde bile bir tehditle karşılaşmadan İslam fıkhını uygulayamamaktadır. Uygulamaya kalkıştığında yakından uzağa doğru bir tehdit silsilesi ile karşılaşmakta, hicret edeceği yer bile bulamamaktadır. Bu durumun düzelmeyeceğine dair bir umutsuzluk oluşturmak ise son dönemin operasyonlarının özünü oluşturmaktadır.
Umutsuzluk operasyonlarına karşı çözüm, umuttur.
Umut ile iman arasında doğru bir orantı vardır. Kişi Rabbine karış ümitvar oldukça mü'mindir; umudu sıfırlanınca artık safların dışına çıkmıştır.
Bizi kendimize getirecek olan umutsuzluk değil, umuttur; olumsuz vaklar, uyanışa vesile olursa anlatılır, uyanış sınırını aşar da umutsuzluk oluşturmaya başlarsa gündem dışı bırakılır.
Bu iki fethe başka bir açıdan bakalım:
Diyarbakır, fethedildikten hemen sonra çevresindeki coğrafya ile Bizans'ın hedefi olmuş; ama hiçbir zaman bir daha Hıristiyan işgali yaşamamıştır. İstanbul da Çanakkale Savaşı'na kadar hedefte kalmış, savaşla istila edilemeyince anlaşmalarla işgal yaşamış; ama Batı Hıristiyanlığı İstanbul'u elinde tutabileceğine hiçbir zaman inanamamıştır.
Bu, İslam'ın başlı başına bir başarısıdır ve bütün çağdaş gelişmelere rağmen bu başarıyı önemsemek, bunun altındaki etkenleri irdelemek, neden aynı etkenlerin Endülüs, Hindistan, Kırım, Doğu Avrupa veya Kafkasya'da oluşmadığını araştırmak gerekir.
Diyarbakır ve İstanbul, buralardan çok daha zor fethedildi; ama daha iyi korundu; nasıl oldu, bunu sağlayan imar mıydı, camiler miydi, medreseler ve dergâhlar mıydı, salt askeri koruma mı idi? Yoksa her birinin bunda ayrı ayrı bir payı mı oldu?
İslam yurtlarının tamamının fiili işgal ile yüz yüze bırakılmak istendiği bir çağda bunu görmeye ihtiyacımız vardır.