Resulullah (sav)’in Mekke’de yaşadıklarını, Medineliler birbirlerine anlatırlardı. Kureyş’in O’na ve arkadaşlarına çektirdiklerini ikili, aile ve toplu sohbetlerine konu edinirlerdi. Aynen günümüzde seminer veya sohbetlerimizde, Mekke’de yaşanan o acı günleri anlattığımız gibi.
Anlatılanlar Ensar’da bir bilinç oluşturup, Mekke’nin fethine giden yolda taşların yerine oturmasına vesile oluyordu. Örneğin; sahabe kadınlarından Sümeyra annemiz, bu konuları o kadar güzel işlemişti ki, Bedir Savaşı’nda bulunan oğulları, Ebu Cehil’i Mekkeli Abdurrahman bin Avf’tan sorup duruyorlardı.
Amaçları; Hz. Peygamber’e eziyet edenlerin başı olan Ebu Cehil’den intikam alabilmekti. Neticede birinin şehadetine vesile olsa da, Ebu Cehil’in sonu, Bedir kuyularına atılmak oldu. Hem de Sümeyra annemizin iki oğlu tarafından. Mekke’de yaşanılan o günlerin Ensar’da oluşturduğu haleti ruhiye, Ebu Cehil’in sonunu bu şekilde getirmiş oluyordu.
Bu anlamda başka bir Medineli sahabiden de bahsedebiliriz. Bilindiği üzere; Medineli Evs kabilesinden, Abduleşhel oğullarının lideri Sa’d bin Muaz’dı. O’nun İslam ile tanışmasına Mus’ab bin Umeyr vesile olmuştu. Muhacirlerden hep Mekke’de yaşanılan o acı günleri dinlemişti.
Hendek gününde, Medine’nin etrafını saran 10 bin kişilik ordu ile şehir arasında 5.5 km’lik bir hendek bulunuyordu. Eğer bu hendek müşriklerce aşılabilseydi, Medine’nin tavukları dahi kıyımdan geçirilecekti. Anlayacağınız üzere, Hz. Peygamber (sav) ve ashabı bir ölüm-kalım savaşının içerisindeydiler.
Böylesine kritik bir süreçte, Kureyzaoğulları Yahudileri ihanet ettiler. Hz. Peygamber’den gördükleri vefanın karşılığı olarak, çok zor bir zamanında O’nun düşmanları ile işbirliği yaptılar. Tabi savaş sonrası bu yaptıklarının bir karşılığı olmalıydı.
Kureyzaoğulları, kendileri hakkındaki hükmün, Sa’d bin Muaz tarafından verilmesini istediler. Bu arada Sa’d b. Muaz yaralıydı. Müşriklerin attığı bir ok koluna isabet etmiş, atar damarını kesmişti. Peygamberimiz bizzat O’na hekimlik yapmış ve üç kez yarasını dağlamıştı. Ancak bu şekilde akan kan durmuştu.
Kendisine hakemlik yapma teklifi geldiğinde, Mescid’in avlusunda kurulan bir çadırda tedavi görüyordu. Bu çadırda Rüfeyde Hatun isimli bir kadın sahabi, gönüllü hemşirelik yapıp, yaralıları tedavi ediyordu.
Sa’d b. Muaz’ı o çadırdan alıp, bir bineğe bindirdiler ve Kureyzaoğulları yurduna götürdüler. Sa’d, hakemlik vazifesinin gereğini yaptıktan sonra tekrar çadıra girdi. Hendek’te aldığı yaranın ağır olduğunu anlayan bu lider şahsiyet, daha önce Allah’a şöyle bir niyazda bulunmuştu:
"Ey Allah'ım! Eğer Kureyş müşrikleriyle herhangi bir çarpışma daha bıraktınsa, beni de o çarpış¬mada bulunmak üzere sağ bırak. Çünkü Resulüne işkence ve kötülük yapan, onu yalanlayan ve yurdundan çıkaran o Kureyş kavmiyle çarpışmayı istediğim kadar, savaşmak istediğim başka bir kavim daha yoktur. Ey Allah'ım! Eğer bizimle onlar arasındaki çarpışma bu kadarla kalacaksa, aldığım yarayı benim için şehitliğe sebep kıl.”
Hz. Âişe der ki: "Mescitte, Sa'd b. Muaz'ın bulunduğu çadırın yanı başında, Gıfâr oğullarından bazı kişilere ait bir çadır daha vardı. Onlar kendi hallerinde oturup dururlarken, bir de bakmışlar ki, kendilerine doğru bir kan akıp geliy¬or. Meğer Sa'd'ın yarası deşilmiş, kan akıp duruyormuş.”
Allah yapılan duayı kabul etmiş ve Mekke ile yapılacak başka bir savaş kalmadığı için Sa’d b. Muaz’ı şehid olarak katına almıştı.
2020 yılı itibariyle Mekke fethinin 1390. yılını idrak edeceğiz. Allah’tan fetihler dileyecek durumda mıyız, tam emin değilim. Ama siyerin o kutlu sayfalarında, fetihlerin kodları yazılmış durumdadır. Herkes kendisi için alacağını alsa, herhalde onlara fetihler nasip eden Allah, bizlere de kapılar açacaktır.
Yeter ki ashabı kendimize örnek alıp, onlar gibi arzu edelim.