Günümüzün en acil ve yakıcı sorunu
Yolculuk başlıyor
Bugünden itibaren Milliyet’te bir yola çıkıyorum. Dilim döndüğünce gördüklerimi, bildiklerimi, inandıklarımı ve öğrendiklerimi yazacağım. Bu gazete benim için ayrı bir anlam taşıyor. Burada olmak heyecan verici. Ve de çok anlamlı. Haydi bakalım, yolculuk başlıyor...
Türkiye’nin en önemli siyasal meselesi hâlâ ‘iktidarın kimde olduğu’ meselesi. Eski rejim döneminde iktidar, demokratik yolla seçilmiş sivil hükümetin elinde olamazdı. Hükümetleri iktidar yapmayan ve “şartlar oluşturulduğunda” da deviren bir askeri vesayet rejimi vardı. Bu rejim bugün büyük oranda yıkıldı. Fakat devlet sistemimize yerleşmiş vesayetçilik hastalığı hâlâ yerli yerinde duruyor. Askerler dışındaki bürokratların ve yargı mensuplarının, devlet içindeki konumlarını kullanarak bazı “siyasal ve yargısal tavır”ları sivil hükümete dayatmaya çalışması da açık bir vesayet girişimi.
Her türlü vesayet girişimine karşı sivil hükümetin yanında olmak demokratlığın ilk şartı. Hükümette hangi parti olursa olsun... Bürokratlar doğrudan sivil hükümete, yargı mensupları da parlamentonun çıkardığı yasalara itaat etmek zorunda. Necdet Özel öncesi Genelkurmay Karargahı’nın yaptığı gibi “Sivil hükümet ne karar verirse versin, parlamento ne yasa çıkarırsa çıkarsın biz bildiğimizi okuruz” mantığı kabul edilemez. Öte yandan her türlü toplumsal kesimin ve sivil oluşumun varlığına ve girişimlerine de hükümet kastedemez. Hükümetin böyle bir şeye kalkışması sivil hakları ihlal olur. Buna da her demokrat karşı çıkmak zorundadır.
Hem bürokrasi ve yargı oligarşisine karşı seçilmiş sivil hükümeti hem de devlete karşı tüm yurttaşların ve STK’ların sivil haklarını sonuna kadar savunan bir yaklaşıma ihtiyaç var. 2013 Türkiye’sinin en acil ve yakıcı meselesi bu...
Biberonla beslenen komutan kim?
Türkiye’nin bugün en hayati meselelerinin başında gelen darbeler ve derin yapılarla hesaplaşması ile ilgili temel ilkem şu: Ben bu süreci başından beri hararetle destekliyorum. Ancak hesaplaşmanın adil ve hukuka uygun yöntemlerle yürümesi şartıyla... ‘Darbeciler ve derin unsurların yöntemlerini biz de aynen uygulayalım’ diyemezsiniz. O nedenle devam eden dava ve soruşturmaların özü fevkalade önemli ve doğru olsa da yapılan yanlışlara ses çıkarmamız şart. Ancak bu ses, davaları karartmaya çalışanların sesi ile karıştırılmamalı.
Büyük bir sorun haline gelen konulardan biri ciddi sağlık problemleri olduğu halde cezaevinde tutulanlar meselesi. Fatih Hilmioğlu’nun durumunu biliyoruz mesela. Ancak sağlık sorunları kamuoyuna yansımayan isimler de var. Bunlardan biri 28 Şubat döneminin Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman. Koman, 28 Şubat soruşturması kapsamında tutuklandı fakat sağlık durumu berbat. Sincan Cezaevi’nde bir refakatçi eşliğinde kalıyor. Kişisel ihtiyaçlarını karşılayacak durumda değil. Başbakan, ‘Bazı komutanlar mama ile besleniyor’; Adalet Bakanı da ‘Biberonla beslenenler var’ demişti, hatırlarsanız. Bunlardan biri Koman. 28 Şubat dönemi muhakkak soruşturulması gereken bir dönem, Koman da o dönemin kilit aktörlerinden, ancak sağlık durumu bu halde olan, biberonla beslenen biri neden tahliye edilmez? Fatih Hilmioğlu’nun, Koman’ın, kısacası ciddi rahatsızlığı olanların tutukluluğunda neden ısrar edilir? Anlamak mümkün değil...
Fethullah Gülen’in kapattırdığı sendika
Yaklaşık bir yıldır gözle görünür bir hükümet-cemaat ayrışması yaşanıyor. Bunu inkar etmeye kalkmak komik olur. Öte yandan kimilerinin “asimetrik koalisyon” dediği bu ikili ilişkinin arasındaki çatışma da asimetrik olabiliyor. Peki neler oldu bir yılda? Gülen hareketinin yayın organları 7 Şubat olayının arkasında durdu. Sivil hükümetten değil hükümete karşı meydan okuma pozisyonunda olan bürokratik ve yargısal iradeden yana olundu. Bu yanlış tutumun değişmemesi karşısında hükümet de bir anda “Dershaneleri kapatıyoruz” kampanyasını başlattı. Dershaneler Gülen hareketinin çok güçlü ve örgütlü olduğu bir saha. Buna misilleme olarak cemaat, ‘Aktif Eğitimciler Sendikası’ adında yeni bir “öğretmenler sendikası” kurdu. Bu sendikanın üye sayısı bir anda 35 bine çıktı.
Hükümet kendine yönelik bürokrasi ve yargı içindeki meydan okumaya karşı, sivil eğitim alanına doğrudan müdahale kartıyla karşılık veriyordu. Bürokratik irade siyasi alana, siyasi irade de sivil alana müdahale girişiminde bulunuyordu. Her açıdan çok sakıncalı ve demokrasiye aykırı bir manzaraydı bu. Dışarıdan bakınca anlaması çok zor bir denklemdi. Ancak bu karmaşık denklemde birkaç gün önce çok önemli bir gelişme yaşandı. Fethullah Gülen’in kesin talimatıyla Aktif Eğitimciler Sendikası kendi kendini feshetme kararı aldı. Hükümet cephesinde de dershanelerin kapatılması projesi rafa kaldırılmış görünüyor. Şu an bir karşılıklı jestler dönemine girildi. Önümüzdeki dönemde ‘Yeni Türkiye’nin iktidar denkleminde neler olacak? Hep birlikte göreceğiz...
Nagehan Alçı/Milliyet