15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden iki yıl geçtiğini, bu süre zarfında yapılan kovuşturma ve soruşturmaların FETÖ’nün gerçek yüzünü tam olarak ortaya çıkardığını söyleyen İnsan Hakları Cemiyeti Genel Başkanı Mehmet Karadağ, “FETÖ dış desteği de olan devasa bir şebekedir.” dedi.
FETÖ’nün ortaya koyduğu tahribat ve mağduriyetlerin ortada olduğunu belirten Karadağ “Bunun en bariz örneği yargıdaki yapılaşma ve kadrolaşmalarıydı. Birçok mağduriyetlere neden oldular ve halen mağdur olan insanlar var. Sınav sorularının çalınmasından tutun da insanların dini duygularını istismar edilmesine kadar birçok konuda halkı mağdur ettiler. Gelinen noktada bu yapıya karşı bir mücadelenin olduğunu görüyoruz. Özellikle Cumhurbaşkanı’nın bu konuda dirayetli bir tutum sergilediğine şahit oluyoruz. Kamuoyunda bu yapıyla sonuna kadar mücadele edilmesine dair bir kanaat söz konusu. Herkes bu konuda hem fikir. Bu yapı tamamen ortaya çıkarılmalıdır.” ifadelerini kullandı.
“Mücadele hukuk çerçevesinde yapılmalıdır”
FETÖ’nün devletin imkânlarını kendi çıkarları ya da uluslararası bazı kesimlerin çıkarları için kullandığını ve bunun kabul edilmesinin mümkün olmadığını söyleyen Karadağ “Bunlarla mücadele edilmeli ama bu mücadele hukuk çerçevesinde yapılmalıdır. Hukuk asla ihmal edilmemelidir. Devlet bir faaliyet yaparken duygusal davranamaz veya meseleleri kişiselleştiremez. Soruşturma ve kovuşturmalara bu nazarla bakılmalıdır. Bu soruşturma ve kovuşturmaların maalesef adaletli bir şekilde icra edilmediğini görüyoruz. Daha önce Cumhurbaşkanı bunlar için üst tabaka, alt tabaka şeklinde bir ayırım yapmıştı. Şu an yapılan operasyonların ise daha çok alt tabakaya yönelik yapıldığını görüyoruz. Operasyonların daha çok zayıf bağlantıları olan, bir şekilde irtibatı ya da iltisakı olan kişilere yönelik yapıldığını görüyoruz. Yüz binlerce kişinin gözaltına alındığını, sorgulandığını görüyoruz. Yapılan sorgulamalar esnasında mağduriyetlerin oluştuğunu da gördük. Örneğin mor beyin uygulaması nedeniyle insanlar tam olarak soruşturulmadan, kovuşturulmadan gözaltına alındılar. Bunların mal varlıklarına el konuldu ama mahkemeler daha sonra bu insanların bir kısmının suçsuz olduğu yönünde karar verdi. Soruşturmalar takipsizlikle sonuçlandı. Bu noktada gerekli dikkat ve özenin gösterilmediğini düşünüyoruz.” şeklinde konuştu.
“Bürokrasideki yapı ortaya çıkarılmadı”
“Hem bizim hem de kamuoyunun kanaati şudur ki bu işi kotaranlar, bu örgütün üst yapısı yurt dışına kaçtı.” ifadelerini de kullanan Karadağ “Bunlara yönelik etkin operasyonlar yapılmadı ya da yapılamadı. Bir de bu yapının bürokrasideki, üst katmanlardaki yapısı ortaya çıkmadı, çıkarılmadı.” dedi.
Darbeden hemen sonra ilan edilen OHAL’in kaldırılması gerektiğini de belirten Karadağ “OHAL ve sıkıyönetim devletin kendini koruma mekanizmalarıdır. Bütün devletlerde bu mekanizmalar vardır. OHAL ilan edildikten hemen sonra OHAL’in vatandaşın normal hayatına, yaşantısına sirayet etmeyeceği söylense de geldiğimiz süreçte, darbe ile alakası olmayan, FETÖ ile alakası olmayan insanların da mağdur edildiğini gördük.” diye konuştu.
“Güvenlik soruşturmaları derhal kaldırılmalıdır”
OHAL ilan edildikten hemen sonra kendilerine en çok güvenlik soruşturmaları konusunda şikâyetlerin geldiğini belirten Karadağ sözlerine şöyle devam etti:
“Bize gelen şikâyetlerin en başında güvenlik soruşturmaları var. İşe alma ve kariyerinde yükselme konusundaki değerlendirmelerde, daha önce FETÖ yargısı tarafından verilen kararlar nedeniyle insanların mağdur edildiklerini gördük. 10 yıl, 20 yıl öncesi baz alınarak karara varılan güvenlik soruşturmaları var. Hukuktaki ‘suçun şahsiliği ilkesi’ne aykırı olarak, kendisinin değil de bir yakınının ya da akrabasının durumu nedeniyle işe alınmayan ya da açığa alınan, ihraç edilen on binlerce insan var. İnsanlar memuriyete alınmadıklarında, görevden el çektirildiklerinde ya da ihraç edildiklerinde kendilerine herhangi bir gerekçe gösterilmiyor. Gerekçe bildirilmeden yapılan işlerin hukukta yeri yoktur. Açılan davalarda da herhangi bir gerekçenin sunulmadığını görüyoruz. Mahkemeye genelde şablon ifadeler gönderiliyor. Bu ağır bir yaradır. 28 Şubat sürecinden sonra dindar kesimlerin gördüğü mağduriyetler şimdi de karşımıza güvenlik soruşturmaları şeklinde çıkıyor. Bu tabii ki adaleti zedeliyor. Gerçekten bu noktada ağır bir mağduriyet var. Temennimiz bu mağduriyetlerin bir an önce giderilmesidir. Biz güvenlik soruşturmalarının kesinlikle kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz. Bir kişinin suçu varsa o kişi yargılanır ve hukuk karşısındaki statüsü belli olur. Ama yıllar önce yapılan haksız hukuksuz fişlemelerle bugün güvenlik soruşturmalarında kararlar alınması bir haksızlıktır. Ve bu durum mağduriyetlere neden olmuştur. O fişlemeler doğrultusunda alınan kararların büyük bir çoğunluğu da isabetsizdir. Bu nedenle yargılamalarda alınan kararlar da hukuktan uzaktır. Bu süreçte en çok şikâyet ettiğimiz konulardan biri de soruşturma geçiren bir kişinin mal varlığına hemen el konulması, sorgusuz sualsiz işine son verilmesi gibi ölçüsüz uygulamalardır. Ceza hukukunda cezanın ölçülü olması hukuk ilkesinin temel prensiplerindendir. Bu ayırımı uygulayıcılar yapmalıdır. Buna hem karar alıcılar hem de mahkemeler dikkat etmelidir. Ama biz mahkemelerin bu konuda çok tutuk davrandığını, hukuki davranmaya cesaret edemediklerini görmekteyiz. Bunlar da mağduriyetlere sebep oluyor.”
“Mahkemeler sadece bağımsız değil tarafsız da olmalı”
Şu anda en çok konuşulan konulardan birinin adalet olduğunu, mahkemelerin sadece bağımsız değil aynı zamanda tarafsız da olması gerektiğini belirten Karadağ “Adaletin gerçek anlamda tesisi için önce karar alan hâkimlerin ve o hâkimleri atayan Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunun irdelenmesi gerekir. Bunları mercek altına almak gerekiyor. Yargının bağımsız ve tarafsız olması gerektiği konusunda anayasal bir dayanak var. Daha önce mahkemelerin bağımsız olması yönünde bir anayasa söz konusuydu. 2016 yılının nisan ayında yapılan referandumla birlikte, mahkemelerin sadece bağımsız değil aynı zamanda tarafsız olmasına da hükmedildi. Dolayısıyla mahkemelerin sadece bağımsız değil aynı zamanda tarafsız da olması gerekir.” ifadelerini kullandı.
“Devletin zihin kodlarının değişmesi gerekiyor”
Yargının sürekli bir silah olarak kullanıldığını, bu nedenle devletin zihin kodlarının değişmesi gerektiğini belirten Karadağ “Maalesef Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana yargının iktidar tarafından bir silah olarak kullanıldığını görüyoruz. Oysa bu durum yargının bağımsız ve tarafsızlığını etkileyen en önemli nedendir. İnsanları hizaya getirmek, ideolojik bir baskı aracı olarak yargıyı kullanmak asla kabul edilemez. Böyle uygulamalarda adalet tamamen devre dışı kalıyor. Öncelikle devletin zihin kodlarının değişmesi gerekiyor. İktidarlar kadrolaşıp, kendi dünya görüşleri, kendi bakış açıları doğrultusunda yargıya ayar vermemelidir. Hâkim ve savcılar da bu konuda baskı altında tutulmamalıdır. Şu ana kadar bahsettiğimiz çerçevedeki olumsuzluklar devam ediyordu, halen bu olumsuzlukların devam ettiğine şahit oluyoruz. Kamuoyunda savcı ve hâkimlerin talimatla iş yaptığına dair bir kanaat söz konusu. Bir dereceye kadar bu kanaat bizim için de doğrudur denebilir. Hâkim ve savcıların şu anda cari hukuk ne ise ona göre karar vermeleri gerekir.” şeklinde konuştu.
“FETÖ emniyet ve yargısının neden olduğu mağduriyetler derhal giderilmeli”
“Vatandaş mahkemelerde kendisine eşit davranıldığı kanaatini taşımıyor. ‘Hukuk acaba üstünlerin hukuku mudur?’ şeklinde ciddi şüpheleri var.” diyen Karadağ “FETÖ emniyet ve yargısının neden olduğu mağduriyetler de derhal giderilmeli.” diye konuştu.
Karadağ sözlerini şöyle noktaladı:
“Hâkim ve savcılar şahsi görüşlerini, iktidarın dayatmalarını ya da yönlendirmelerini dikkate alıyorsa orada adalet sağlanamaz. Siyasi iktidarın da hâkim ve savcılara müdahalesi olmamalıdır. Hâkim ve savcılar hukuk doğrultusunda, kendi kanaatleri doğrultusunda karar vermelidir. Şu anda yargıda bazı sorunların olduğunu biliyoruz. Bu nedenle tam bir adalet sağlanamıyor. Hukukun en temel kurallarından biri de eşitliktir. Ama vatandaş mahkemelerde kendisine eşit davranıldığı kanaatini taşımıyor. Vatandaşın bu konuda haklı gerekçeleri var. Hukuk üstünlerin hukuku olmamalıdır. Devlet vatandaşa eşit muamele de bulunma mükellefiyeti altındadır. Ama bu kurala uyulmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Örneğin Balyoz, Ergenekon ya da en son 28 Şubat davalarında da gördüğümüz üzere mahkemeler karar verirken öncelikle sanıkların kim olduğuna bakıyor. Şayet bunlar üst düzey bürokrat, general ya da siyasi bağlantıları olan kişilerse mahkemenin yaklaşımı daha farklı oluyor. Örneğin 28 Şubat davasında haklarında müebbet hapis cezası verilen şahısların cezaları onanmadığı için kendilerinin cezaevine konulmadığını gördük. Oysa müebbet hapis cezası almayan ya da dosyalarında elle tutulur bir delil bulunmayan bazı vatandaşların tutuksuz yargılanma yerine cezaevine konulduklarına şahit oluyoruz. Bu da ‘Hukuk acaba üstünlerin hukuku mudur?’ şeklinde ciddi şüphelere neden oluyor. Bu konudaki ciddi şüphe ve endişelerin bir an önce izalesi gerekiyor. Eğer adalet sağlanmazsa devlet ile vatandaşın ilişkileri zedelenir. Vatandaşın devlete güveni sarsılır. Yargı bozulmuşsa, hukuk bozulmuşsa, adalet tesis edilememişse bu durum kabul edilebilecek en son noktadır. Böyle bir devletin zarar görmesi ya da yıkılması mukadderdir. Tarih bunu göstermiştir. Yeni gelen iktidarın da bunu ciddi bir şekilde ele alması gerekiyor. Öncelikle hukuki noktada zarar görmüş, mağdur edilmiş kimselerin bu mağduriyetlerinin giderilmesi gerekiyor. Eğer FETÖ'nün aldığı kararların hukuksuz olduğunu söylüyor ve bu mağduriyetlerin giderilmesine önayak olmuyorsa bu durum bizim samimiyetimizi sorgulanmasına neden olur. Halen cezaevlerinde yüzlerce mütedeyyin insanın haksız ve hukuksuz bir şekilde tutulması, üzerinde durulması gereken en ciddi konulardan biridir.”
İLKHA