Son günlerde özellikle Balyoz, Ergenekon KCK vb tutuklu ve hükümlülerinin serbest bırakılması üzerine kardeşlerimizde bir teessür ve aşırı bir hassasiyet oluştuğunu izliyoruz. Bu hassasiyetin nedeni mütedeyyin Müslümanlara, hassaten Hizbullahilere çifte standart uygulamaları olsa gerektir. Çok yüzlülük, standartsızlık, haksızlık, zalimlik böyle bir düzenin vasıflarından değil midir? Bu düzeni yakından tanıyanlar olarak “adalet” beklentisi içine girmeye hakkımız var mıdır? Fir’avni bir düzenden adalet beklemek ne kadar doğrudur.
Sanırım bu beklentinin oluşmasında iktidardaki partinin adındaki “adalet” kelimesi ya da Başbakanın zaman zaman adaletin timsali Hz. Ömer’den bahsetmesi etkili olmaktadır. Hâlbuki “her ağaç ağaçtır, ağaçlar adlarını verdikleri meyveden alırlar” prensibi uyarınca bu partinin asıl adını icraatlarına göre belirlemek gerekirse “kalkınma”sına eyvallah ama “adalet”inin şaibeli olduğunu defalarca yazmıştık. Bu parti şimdilerde “hain” olarak gösterdiği ve her fırsatta tepeleyeceklerini söyledikleri ne olduğu belirsiz bir yapı ile uzun bir süre işbirliği yapmıştır. Şimdi iki taraf da birbirini hainlikle suçladıklarına göre bir taraf hain ise diğer taraf kaçınılmaz olarak işbirlikçidir.
Şimdi kardeşlerim diyebilirler ki, “düzen Firavn’i ise, yöneticiler adil değilse itiraz etmeyecek miyiz?” . Elbette zalimlerin zalim olduklarını yüzlerine haykıracağız, Yusuf’i kardeşlerimiz için elimizden geldiğince esbaba tevessül edeceğiz. Ancak asıl beklentimiz Rabbimizden olmalıdır. Bu acizlerin kendilerine faydaları yoktur ki başkasına olsun. Onlar bu zalimane tutumları ile ancak kendi nefislerine zulmediyorlar. Onların güçleri, iktidarları ve servetleri bizi hayrete düşürmemelidir. Bu mevki ve makamların azgınlıklarının arttırmalarına, dünyada ve ahirette azabı tattırmak için vesile olduğunu Kur’an-ı Kerim defaatle ifade eder.
Şimdi serbest bırakılan tutuklu ve hükümlülerle Müslümanların en ufak bir ortak paydası var mıdır? Oysa bunların hem kendi aralarında, hem de düzenle çok ciddi ortak paydalara sahip olduklarını biliyoruz. Düzenin bunlara ceza vermesi annenin yavrusunu terbiye etmesi gibidir. Hakiki müminler bilirler ki bu düzen, kendilerinin amansız düşmanıdır. Bu düşmanlık, düzenin Allah ve Resulüne düşmanlığından kaynaklanmaktadır. Ötekilerin suçları en fazla darbe yapmak değil midir? Darbe yapmanın bu düzene ne zararı olabilir ki? Darbeler de sıradan iktidar değişikliği yöntemlerinden biridir. Nitekim iktidarı kaybedenler seçimle gelenlere “bu bir sivil darbedir, sandık her şey değildir” demiyorlar mı? Oysa muttaki müminler hayat pınarımızı her yere akıtmaya körpe dimağlara yerleştirmeye çalışmadılar mı? Fırlatılan kitabın yerine öpülerek başa konulan kitabı ta’lim etmediler mi? Düzen kendisi için neyin tehlikeli olup olmadığını bilecek olgunluktadır. Düzene zarar vermediği sürece iktidar sahiplerinin dindarlığı ya da dinsizliği hiçbir bir şeyi değiştirmeyecektir. Unutmayalım ki, dindarların iktidarı, dinin iktidarı değildir. Kaldı ki bu düzenle uyumlu, barışık birilerinin dindarlığı da ayrıca tartışılmalıdır.
Yaşanan son gelişmeler açıkça göstermektedir ki, düzen için tehlike oluşturmadığı sürece iktidar sahiplerinin mücadelesi sanaldır, gerçek dışıdır. Düşmanlıklar gerçek olmadığı için her an dostluğa dönüşebilir. Seksen öncesi CHP-MHP düşmanlıklarını ve şimdiki dostluklarını göz önüne getirelim. Ya da TV dizileriyle PKK/BDP’ye düşman gibi görünen the cemaatin son seçimlerde onlara oy vermesini düşünelim. Bunların dostlukları da düşmanlıkları da stratejiktir. Tıpkı iktidarın, Ergenekon ve Balyozcularla oluşan önce düşmanlık, sonra dostluğa dönüşen stratejik ittifakları gibi...
İktidar muttakilerle de ittifak kurar mı? Derseniz hayır kurmaz derim. Zira iktidarın buna ihtiyacı olduğunu sanmıyorum. Demirel’in Nurculara söylediği bir sözü hatırlatalım: Nurcular kendilerinden de bakan isteyince “ben sizdenim ya” demiştir. Başbakan da namazı ile eylemsiz! söylemleri ile eşi ve kızının tesettürü ile bizden ya! İttifaka ne gerek var. Mütedeyyinler iktidar partisinin arka bahçesi ya da çantasında keklikten ibarettirler. İttifak bir muhalife karşı bir başka muhalifle yapılır. Mesela barış süreci adı altında PKK ile yürütülen sıcak diyalog ve ilişikleri ABD/AB/İsrail üçlüsünün terörist olarak nitelediği İslamcılarla kurması beklenmemelidir. Onların akredite etmediği bir camia iktidar tarafından dost kabul edilemez. Bu da bir başka ittifakın gereğidir. Sanrım Yusufilerin görmezden gelinmesi de bu kirli ittifakla ilgilidir.
Rabbim kendisi ve resulü ile ittifakımızı bozmasın, ona halel getirmesin. Âmin.