Amerika'nın Sesi Radyosu Kürtçe servisine ABD Ankara Büyükelçisi John Bass, diplomasi muhabirleri ile yaptığı toplantıda “PKK'yı silah bırakmaya çağırıyoruz” dedi.
Bu çağrıdan bir gün sonra çağrıyı değerlendiren KCK'nin Avrupa sorumlularından ve kapatılan DEP eski Milletvekili Zübeyir Aydar, konuyla ilgili şöyle konuştu:
“Barış ve diyalog çağrılarına kıymet veriyoruz. Ama bu sorun sadece açıklamalarla çözülmüyor. Şiddetin sonuçlanmasını ve sorunun diyalog ile çözülmesi çağrısını yapıyor ama bu sorun tek taraflı değildir. Bir taraf biz, diğer taraf Türkiye devletidir. Daha önce de Amerikalı yetkililerin savaşın durdurulması ve tarafların masaya gelmesi konusunda çağrıları vardı. Biz bu tür çağrıların iki taraflı olmasını istiyoruz. Eğer Türkiye devleti hazır ise biz de hazırız. Bir masa kursunlar biz iki taraf bu masaya oturalım. Amerika bu konuda arabulucu olsun. Biz ABD'nin arabuluculuğunda bir diyaloga hazırız. Çatışmaların durdurulması iki taraflı olsun ve diyaloglar da çözüme yönelik olsun. Çatışmanın sorumlusu biz değiliz. Bir yıldır Sayın Öcalan ile görüşmeleri kesen ve çatışmaları başlatan Türkiye devletidir. Amerika'nın Türkiye'yi ikna etme imkânları vardır. Biz sorunun çatışma ve savaş ile çözmek istemiyoruz. Bu Türkiye'nin tercihidir, biz de buna sonuna kadar direneceğiz. Bu çatışmaların zararlarını biliyoruz ama başka çaremiz yoktur.”
PKK'nın masa masalına dönmesinden üç gün sonra Demirtaş'tan da özerklikle ilgili bir “U dönüşü” geldi. Ancak Örgüt tabanı bunu “V dönüşü” olarak tanımladı.
Biz harflere takılmayalım da örgüt aracının yüz seksen hızla gittiği bir zamanda ve şarampolün ucunda olduğu bir anda dönüşü ve kıvırmayı bir anlamlandırmak zor olsa gerek. Türkiye'nin doğusundaki bazı yerlerde özyönetim ilan edilmesinin partileriyle ilgili olmadığını da vurgulayan Selahattin Demirtaş, ülkenin doğusunda özerklik ilan edilerek bir sonuç elde edilemeyeceğini vurguladı, ancak eski konuşmaları ne yazık ki kayıtlarda.
Bu açıklamayı ergen gençlerin son hızda el freni çekmesine de benzetebilirsiniz.
Buna Firavun imanı da denir.
Son çırpınışları bir kenara bırakıp Mayıs 2015'teki Besê Hozat'ın açıklamalarını düşünün, sonra şehirlerarası yolların askeri amaçlı olduğunu ifade eden mütekebbir örgütün halini canlandırın gözünüzün önünde.
Yüksekova havaalanının yapımında çalıştığı için infaz edilen dokuz Kürt işçiyi ve infaz haberini haz duyarak okuyan örgüt tabanını hatırlayın.
Çatışmasızlık döneminde infaz edilen on sekiz korucuyu da es geçmeyelim.
Ya 6/8 Ekim olaylarında kudurmuş ve başkası tarafından kurulup sokağa salınmış sokak serserilerinin vandalizmi?!...
Bunların hepsini ama hepsini gördü(k)nüz!
Hiçbirine en ufak bir eleştiri yapmayan veya özeleştiride bulunmayan sıradan vatandaş da bugün Cizre, Nusaybin, Silopi, İdil, Sur ve Yüksekova'da yapılanlardan sorumlu değil midir?
Bütün faturayı hükümete kesmek, örgütü aklama çabasından başka bir şey değildir.
Kırılacak bir kalem varsa bu, örgütün ve devletin kalemi olmalıdır.
Darağacında örgüt de devletle birlikte sallanmalıdır.
Silah yığınağına göz yuman devlet suçlu da yığınağı yapan örgüt masum mu sayılacak?
Sokakların altına bomba döşeyen örgüt, gelinen noktada Kürtleri pimi çekilmiş bir bombanın üstüne oturtmuştur.
Gelinen noktada ABD'nin arabuluculuğunu istemek de Kürtleri yeni bir felaketin eşiğine getirmektir.
Demirtaş'ın 2 Ekim ABD ziyareti sonrası sokak çağrısı ve 6/8 Ekim olaylarını unutmamak gerekir.
Ardından halk başlamasını istemediği bir savaşın ortasında buldu kendisini.
Bedelini ne KCK'nin Avrupa sorumlusu Zübeyir Aydar ne de Kandil'deki büyükbaşlar ödedi.
Bu savaşı durduracak tek güç de çatışmanın bedelini canı ve malıyla ödeyen ve mağdur edilen Kürt halkıdır.
Aksi takdirde masada oynanan satrancın piyonu olarak kabul edilen halk, yaşamını masanın varlığı kadar sürdürür.
Devrilen her masanın altında da yine bu halk kalacaktır.
Yani masa, masaldan öte bir anlam ifade etmez.
BEDDUA, SAHİBİNİ ÇARPTI
Eskiden Fetullah Gülen'in duasına mazhar olan kişi, sadece öte dünya için bir beklentiye girmez, bu dünyada da birçok kapının ardına kadar açıldığını görürdü.
Hele arkasında namaz kılanın…
Hukuk mezunuysa hâkim veya savcı, kaymakamsa vali olması içten bile değildi.
Bir de size "bu namazı siz kıldırın" demişse ve arkasında onun işaret buyurduğu şekilde "Hür Adam" filmini bütün maiyetinizdeki esir beyinlilerle izlemiş ve bunu sosyal medyada paylaşmışsanız, kimse sizin kılınıza dokunmazdı, çünkü sağlam bir zırha bürünmüş sayılırdınız.
Bir yakınınızın bürokraside halledilecek işi mi var, hemen cemaat imamına başvurur.
Çocuğunuzun okulda notları düşük mü geldi, paso mu çıkarılacak, askeri okula hazırlananınız veya yayımlanmayı bekleyen eseriniz mi var, imam abiler devrede.
Bu böyle sürüp gider.
Her işle ilgilenen bir cemaat imamı vardı ve bu imamlar din dışındaki bütün konularla ilgilenirlerdi.
Şike davasında bunların adı var, bir yerin ne zaman imara açılacağından yine bunlar haberdar.
Sonra hükümet devirmeye kalkıştı bu imamlar, ne de olsa arkalarında her duasının kabul olduğuna inandıkları kâinat imamları var.
Bir alüfte, olayla ilgili mahir bir şairden bir güfte... ve hükümet tepetaklak...
Ancak Uzun Adam, hukuk tanımadı, hukuksuz bir operasyona hukuksuz bir cevap verdi ve iki yıl önce başlayan kavga 17/25 Aralık'ta su yüzüne çıktı.
Ardından koro eşliğinde malum beddua seremonisi ve "her kim" diye başlayan "Allah belasını versin" diye biten duadan sonra gün saymaya başladı cennetin saf yolcuları.
El insaf Hoca diyemedi hiçbir saf.
Sonra dosyalar açıldı bir bir..
Hangi partiyi destekledilerse o parti iflah olmadı, bulaştıkları her kurum paçavraya dönüştü, çünkü medet umdukları beddua kendilerine dönmüştü.
HDP'ye oy verecek kadar ileri götürdüler işi, PKK ile valsa kalktılar. PKK de tarihinin en büyük darbesini aldı.
PKK tabanı bile örgütü yalnız bıraktı.
Daha önce Kalkavanlar üzerinden Fenerbahçe'yi ele geçirmeye çalıştıkları dönemi hatırlayın, o zaman da Fenerbahçe Avrupa'dan men cezası almıştı.
Sonra MHP'ye dadandılar, partiyi ele geçirmeye yeltendiler.
Bunun farkına varan Bahçeli: “Şimdiden yapay bayram havalarına tevessül edenleri tek tek fark ediyorum. MHP'ye nüfuz etmek isteyen Okyanus ötesi kaçkınlarının paralel artıklarının mutluluğunu da izliyorum. Kendi kurumlarına kayyum atandığında kıyamet koparan zümreye diyorum ki bugüne kadar ne yaşadıysanız müstahaktır. Bunlar ikiyüzlüdür. Bunlar dini paraya dönüştüren ABD'nin kuklası, İslamiyet'in yüz karalarıdır. Kimse boşuna heveslenmesin. Bulanık suda balık avlamasın. Bizde tertiplere tamam diyecek acziyet yoktur. Türkiye'nin onca gündemine rağmen tartışmaların odağında MHP'nin yer alması, partimizin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Ankara, Washington, Pensylvania arasında MHP düşmanlığının üçgeni kurulmuştur. Kurultay tavırları kılığında işbaşındalar. MHP'yi geçmişte harekete geçirmek isteyen grup başarısızlığa uğramıştır.” diyerek Gülen ve grubuna karşı gardını aldı.
Kime sarıldıysa beraber batıyorlarsa bundan sonra Gülen inşallah israil ve ABD'yi savunur.
Neden mi dersiniz?
Nedenini siz anladınızJ
PAMUK, KİMİN TETİKÇİSİ
Orhan Pamuk, yeni eser kaleme aldı. Siz buna herze/zırva da diyebilirsiniz veya ne bileyim ithal bir projenin prospektüsü de denilebilir.
Nobel'i niçin ve nasıl aldığını da bilmeyenimiz yok sanırım.
O Nobel ki israil Cumhurbaşkanına barış ödülü verecek kadar seçici(!)
Aynı ödülün jüri ekibi, son altı yılın dört yılında başarı ödülünü kime verse iyidir?
Sırasıyla Yemen, Hindistan, Pakistan ve Tunus.
İlginç değil mi?
Kan ve gözyaşının eksik olmadığı yerlerde barış ödülü bu ülkelerdeki birine veriliyor.
Yani kullanılmaya hazır tetikçi silahı kuşanmış oluyor.
Hatırlanacağı üzere Orhan Pamuk da ülkemizde edebiyat dalında bu ödüle layık görülen ilk ve son kişidir.
Pamuk, yıllarını edebiyata vermiş bir yazar ve en önemli özelliği tasvirini yapacağı mekânı tasarladıktan sonra yazmaya başlaması, yani yaşayarak yazma çabasında bir yazar.
Şimdi son romanı “Kırmızı Saçlı Kadın” romanının 114. sayfasına birlikte göz atalım.
“...Bir dönem skandal ve cinayet haberlerini öne çıkaran gazeteleri Oidipus ve Rüstem benzeri hikâyelere çok rastladığım için okudum. İstanbul'da iki çeşit hikâye okur tarafından çok seviliyor, ucuz gazetelerde çok yayımlanıyordu. Birincisi; oğlu askerde, hapiste, uzaktayken babanın, genç ve güzel geliniyle yatması, olayı fark eden oğulun babayı öldürmesiydi. Çok işlenen ve sayısız çeşitlemeleri olan ikinci cins cinayet ise, cinsel açlık içindeki oğulun, bir cinnet anında zorla anasıyla yatmasıydı. Bu oğulların bazıları kendilerini durdurmaya ya da cezalandırmaya çalışan babalarını öldürüyordu. Toplum tarafından en çok nefretle karşılanan oğullar bunlardı: Ama toplum onlardan babalarını öldürdükleri için değil, zorla analarıyla yattıkları için nefret ediyor, adlarını bile anmak istemiyordu. Baba katili bu oğulların bazıları bir pisliği temizleyerek nam yapmak isteyen hapishane ağaları, kabadayılar veya kiralık katil adayları tarafından öldürülüyordu. Bu cinayetlere devlet, hapishane yönetimi, gazeteciler, hatta toplum karşı çıkmıyordu...”
Gazetelerimizde sürekli bu haberler, ülkemizde de sürekli bu olaylar varmış.
Pes doğrusu!
Böyle bir haberi okuyan veya duyan varsa beri gelsin!
Sormak lazım: Orhan Pamuk hangi gazeteleri okuyor veya nerede yaşıyor?
Umarım bizim noBELLİ yazarımız bütün eserlerinin konusunu da yaşamından almıyordur.
Zira sıradan ve her gün karşılaşılan bir olaymış gibi sunduğu olayı sadece sapık Yunan filozoflarının yaşamında okumuşluğumuz yok.
Sahi, siz projelerin anlık sonuç vermeleri gerektiğini mi düşünüyorsunuz?
BAyat NUMARALAR
CHP sıkıştıkça Kılıçdaroğlu, sokak kabadayılığına soyunup safa YATtı.
Ağzının fermuarı bozuldu bozulalı, zihnindekileri tutamaz oldu.
+18 ile haberleri vermek elzemdir artık.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu için “önüne yattı” ifadesi günlerce tartışıldı. Sonra “bel altı sözlüğü”nden yeni bir söz çıkardı ve grup toplantısında “hırsızların altına yattılar” gibi edep dışı bir ifade kullandı.
Kimin hırsız olduğu tartışılabilir ancak arsız, “ben buradayım diye bas bas bağırıyor.
Kimin nereye YATtığından ziyade CHP yıllarca tek partili seçimi bu halka daYATtı. Parti başkanlarının değişmez mekânı Savarona adlı YATtı.
Ha, bu arada Millet kıtlık ile mücadelede iken, Savarona dünyanın en büyük YATıydı.
Milletin haYATı kıtlıkla geçsin, sen vatandaşa tek partiyi demokrasi diye daYAT, yıllar sonra kurduğun partinin genel başkanı millete YATma pozisyonları belirlesin.
Yemezler, bunlar baYAT numaralar Kılıçdaroğlu!
TERS AÇI
EĞİTİM-SEN KAPATILSIN!
Ensar Vakfı'nda çalışmış bir cibilliyetsiz yüzünden günlerce özelde Ensar Vakfı'na, genelde tüm mütedeyyin insanlara olmadık hakaretler yağdırıldı sosyal medyada.
Hakaret edenlerin kim olduğunu merak etmeye gerek yok.
LGBT'nin bayrağını taşıyıp namustan dem vuracak kadar ebleh olan güruhu anlatmam yersiz.
Mü'min deniz gibidir ve her türlü çer çöpü dışarı atar.
Ancak foseptiği mesken edinmiş zihniyetin üzerindeki kirin görülmesi imkânsız, dolayısıyla zıvanadan çıkmış, aşağılık maymunlardan rol çalma telaşesindeki müfsit güruha tepki göstermek de yersiz olur.
Dedim ya necasetten beslenmiş zihniyette letafet olmaz.
Mütedeyyin insanlara bir sefih üzerinden saldırmayı fırsat belleyen namus müflisi güruhun yüzüne tokat gibi indi, son Tokat'taki olay!
"Tokat'ta görev yaptığı ilkokulda kız öğrencilerine elle tacizde bulunduğu iddia edilen Eğitim-Sen üyesi 30 yıllık sınıf öğretmeni 59 yaşındaki Muharrem G., tutuklanarak cezaevine gönderildi. Okulun bulunduğu Yeni Mahalle'de yer alan Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü bünyesindeki sevgi evlerinde kalan iki kız öğrenci, durumu idarecilere anlattı. Ardından olay İl Milli Eğitim Müdürlüğü'ne intikal etti. İl Milli Eğitim Müdürlüğü ise olayın araştırılması için müfettiş görevlendirilirken, öğretmen Muharrem G. açığa alındı. Sınıfta bulunan bazı öğrenci velilerinin şikâyeti üzerine Muharrem G. gözaltına alındı."
Sevgi evlerindeki çocuklara baba sevgisini sunduğunu söyler hayâsızca.
Çocuklarımız, bunca sapkınlıktan beslenmiş bir hayâsızlar topluluğuna teslim edilemez.
Diyarbakır'da LGBT-İ etkinliği düzenle…
Namusu varlık sebebi gören Kürt'e namusu toplumsal kabus diye sun…
Bir ahlâksız yüzünden bütün mütedeyyin kitleyi hedef tahtasına oturt…
Bir kişi yüzünden yüzlerce şubesi olan bir vakfın kapatılmasını talep et...
Vs... Vs...
Sonra Tokat'ta ilahi tokattan sonra süt dökmüş kedi gibi sus pus kesil.
Yok öyle üç kuruşa beş köfte arkadaş!
Bunca sapığa mesken olmuş Eğitim-Sen, kesinlikle tez elden kapatılmalı ve bu sendikanın elemanları, çocuklarımızdan uzak tutulmalı!