Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan bu ayın başında (1 Mart 2018) Cezayir'de idi. Bu gezide öne çıkan ise, Cezayirli bir gazetecinin Erdoğan'a, “Türkler -Osmanlılar sömürgeci miydi?” sorusuna Erdoğan'ın verdiği şu cevap oldu: “Türkler eğer sömürgeci olsa idi, bu soruyu Türkçe sorardınız, Fransızca değil!”
Bizce bu, çerçevelenip asılması gereken bir sözdür. Ve hatta Osmanlı Devleti'nin bir zamanlar hükmettiği büyükelçi, konsolos vs. olarak görev yapanlar da bu sözü odalarına asmalı ve ayrıca Osmanlı Devleti'ni sömürgecilikle itham edenlere gerçekleri anlatmalılar.
Sizleri bilmem, ama bize göre Osmanlıların eleştirilecek birçok yönü var ve yeri geldiğinde eleştirdiğimiz de oluyor. Fakat Osmanlı Devleti'nin Millet Sistemi, dünya tarihinde bir zirvedir. Hiçbir devlet veya imparatorluk Osmanlı Devleti gibi onlarca değişik din, milliyet, lisan, mezhep ve meşrepte olan insanları bu kadar uzun zaman ve dahi barış, güven ve refah içinde yaşatmayı başarmamıştır.
Fransızların ve tabii ki zulümde onlarla yarışan Portekiz, İngiliz, İtalya, Hollanda ve diğerlerinin girdikleri yerlerde yaptıkları katliamların, tecavüzlerin ve hatta soykırımların neredeyse haddi hesabı yoktur! Girdikleri yerlerde kendi dillerini dayatmaları ve resmileştirmeleri ise bu zulümlerin yanında çok hafif kalır.
Onlarca ve yüzlerce yıl sömürdükleri ülkeler bugün görece olarak bağımsızlıklarını kazanmışlar, ama hala sömürgedirler. Çünkü hala sömürülüyorlar ve bir de sömürgecilerin dilini de hala kendi dillerinden daha iyi biliyorlar.
Gelelim Türkiye'ye…
Yukarıda adı geçen ülkeler, hatırlayacağınız gibi, bir zamanlar Osmanlı Devleti'ni de parçalamak, işgal etmek ve sömürgeleştirmek için topyekûn bir savaş açtılar. Sonuç malum; Osmanlı Devleti'ni yıktılar ve onun yerine kurulan bütün devletlerin sınırlarında da belirleyici oldular. O esnada artık herkes kendi can ve vatan derdine düştü.
Atalarımız bu saldırılara karşı destanlar yazdılar, ama sonuçta Misak-ı Milli sınırlarını bile %100 koruyamadan Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdular.
Ne olduysa, işte ondan sonra oldu, dersek, yeridir.
Bu aziz millet, kaybettiklerinin yasını tutamadan ve sırtlanların ağzından kurtardıklarının sevincini yaşayamadan, deyim yerindeyse Fransızlaşmış, İngilizleşmiş, ve Almanlaşmış Türklerin tacizlerine uğradı.
Milletin önüne çağdaşlaşmayı, uygarlaşmayı ve batılılaşmayı koydular. Millet önce sandı ki, II. Abdülhamit'ten yarım kalan demiryolu gibi projeler devam ettirilecek, milli uçak üretenlerimiz taltif edilecek ve uçak üreten ülke olacağız. Ürettiğimiz otomobillerimiz ilkinde “arıza” yapsa da, sonrasında dünya ile rekabet edecek düzeye geleceğiz.
Hayır… Öyle olmadı. Bunların hiçbirini yapmadılar ve yaptırmadılar. Aksine dilde, eğitimde, üretimde, ekonomide ve hayatın diğer alanlarında bizi dünkü saldırganlara bağımlı yapmak için ne gerekiyorsa, onu yaptılar. Kaldı ki, PKK ve benzeri yapılar bile bu Fransızlaşmış rejim ile Fransızlaşan Türkiye'lilerin bir eseri değil mi? Bunların hepsini ve daha fazlasını görmek zorundayız. Aksi halde bu kuşatılmışlığı yaramayız.
Yine de tasvip etmek mümkün değil, ama Fransızlar ve diğerleri bari kendileri dışında olanlara o malum zulümleri yapıyorlardı. Ama Türkiye'nin Batılılaşan; Fransızlaşan, İngilizleşen ve İsveçleşen rejimi bunu kendi halkına yaptı. Önce irtica ve bölücülük gibi düşmanlar ihdas edip onlarla korkuttular ve arkasından da malum zulümlerini gerçekleştirdiler. Meselenin acı yanı, bu zulümlerin birçoğu bugün de hala devam etmektedir. Örneğin, Fransızların işgaliyle birlikte Cezayirliler nasıl ki Fransızca konuşmak ve sormak zorunda bırakılmışlar, bu rejim de Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren aynısını Kürtlere yapmıştır.
Zaten Erdoğan da Türkiye'deki bu çelişkinin farkında ve bilincinde olan ender liderlerden biridir. Fakat şu da bir gerçektir ki, bugüne her kim bu tür Fransızlaşmanın farkına varıp da, bu girdaptan kurtulmaya ve ülkeyi bu çıkmazdan kurtarmaya yeltendiyse, hallettiler. Merhum Menderes, Özal ve Erbakan da halledilenlerdendir.
Ama hakkını teslim etmek gerekir. Erdoğan da, kefeni her daim boynunda devleti ve milleti bu Fransızlaşmadan kurtarmanın savaşımını vermektedir. Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi de bu adımlardan biri idi. Ama Fransızlaştırılmış rejim ile Fransızlaşan Türkiyeliler dışarıdaki efendilerinin de desteğiyle hamle üstüne hamle yapıyorlar. Tetikçilerini silahlandırıp Türkiye'ye saldırtmaları da bu nedenledir. Öyleyse, bir yandan beka mücadelesi verirken, diğer yandan Fransızlaştırılmış rejimi ıslah etmek çabalarından da geri durmamalı ve özellikle kanımızla kazandığımız kazanımlarımızın Fransızlaşmışlar tarafından istismarına ve rejimin tamirine harcanmasına fırsat vermemeliyiz.