Geçen gün öğleden sonra üzerimde büyük bir ağırlık hissettim. Uyuma ihtiyacı hissettim. Kimisinin şekerleme dediği, kimisinin kaylule dediği, kimisinin mikro uyku dediği bu işe ben pompa vurmak derim. Öğle saatlerinde uyumak istediğimde, “Bir pompa vursaydık” derim. Benim bir çalışma arkadaşım var; o da bu işe “motor(beyin) stop etseydi yeter” diyor.
Yorgunluk ruha çöktü mü ruh, havası inmiş bir teker gibi oluyor ve bedeni döndüremiyor. Devir alamıyor. Havası inmiş bu ruha dediğim gibi bir pompa vurulursa veya arkadaşımın dediği gibi motor bir dakikalığına dahi olsa stop etse, fiziksel aktivitelerin performansını iki ile çarpıyor. Bedenin ağırlığı artık ruh tekerine hafif geliyor. Bir pompadan ve bir dakikalık stop işleminden sonra insan kuş gibi hafifliyor. Ruh da dingin bir hal alıyor. Sen pompadan önceki sen değilsin artık… Adeta ruh resetleniyor ve yeni faaliyetler için bileniyor.
Uyandığımda da kendimi çok farklı ve ruhumun orijinalitesini yakaladığını ve yenilendiğini hissettim. O ruh haliyle bilgisayarımı açtım. Artık tüm bildirimleri iyi ve net alabilecek bir durumdaydım. Radarlarım tam kapasite çalışacak vaziyetteydi. O sükûnette bilenmiş o ruh haliyle gözüme şu ayet ilişti :
وَاتَّقُوا يَوْماً تُرْجَعُونَ ف۪يهِ اِلَى اللّٰهِ ثُمَّ تُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ۟ ﴿٢٨١﴾
“Allah’ın huzuruna döndürülüp hesaba çekileceğiniz sonra da herkese kazandığının karşılığının, hak ettiğinin ne bir eksik ne bir fazla tam verileceği, işlediğiniz suçların cezasının adil bir şekilde infaz edileceği, kimsenin haksızlığa uğratılmayacağı bir günden Allah’a sığınıp emirlerine yapışarak, günahlardan sakınarak, işlediğiniz günahlardan vazgeçerek azaptan korunun”(Bakara: 281)
Gerçekten bu ayeti okuduğumda kendimi bir suçlu gibi hissettim ve korktum. Veya şöyle diyelim bu ayeti okuduğumda bana bir haller oldu. Düşünebiliyor musunuz, iş yerinde dinlenme amacıyla fabrikanın bir yerinde uzanıyorsunuz, uykuya dalıyor, uyanıyor ve yorgunluğunuzu atmış bir haldesiniz. Siz şöyle bir esnerken işçinin birisi yanı başınıza dikiliyor ve: “Patronun huzuruna çıkarılacaksınız. Fabrikaya geldiğin günden bugüne yaptıklarını seninle konuşacak” kendinizi abandone hissetmez misiniz? Hesaba çekilmek söz konusu… Hesaba çekilmenin başlı-başına ürkütücü bir yönü, ağırlığı var…
Ayetin bahsettiği mahkeme bildiğimiz mahkemelerden önemli bir farkla ayrılır. İmam Caferi Sadık şöyle der: “Şahidi hâkim olan mahkemeden kork”… Nasıl korkmayalım! Ne avukat fayda verir ne inkâr etme şansın var ne gizleme ne de bir yalan söyleme imkânın… Her şey ayan beyan ortada olacak. Hâkimler hâkiminin huzurundasınız… Talik falan da yok. Mahkemeyi her hangi bir şekilde uzatma şansınız da yok. Tek celsede bitecek…
Şunu da anladım ki, sakin-dingin ruh haliyle okunan ayetin etkisi bir başka oluyor. Esasen bütün ayetlerin gönüllere nüfuz etme özelliği vardır. Gönüllerimiz ses emici akustik gaflet perdesiyle ve gaflet ses yalıtımıyla kaplı olduğu için gönüllerimize işlemeyen Kur’an-ı Kerim, ne yazık ki kulaklarımıza bir nağme olarak geliyor. Nereden biliyorum bunu? Kendimden biliyorum. Dünyaya biraz daldıktan sonra o manyetik etkinin sahası dışına çıkıp gaflet sahasına yeniden daldım. O ayet günün akışı içinde birçok kez aklıma geldi. Ama o uyandığımda gönlümün açık olduğunda hissettiğim etkiyi yaşamadım. Gafletteydim artık…
Anladım ki, dingin bir ruh haliyle, pompa yemiş-stop etmiş bir ruh haliyle günde 5 dakika inzivaya çekilmek, tefekkür etmek gerekiyormuş. Başlarken değindiğim nokta benim için “özel bir an” idi. O anı yakalamak gerekiyor. O andan sonra da insan bir süre için iyi oluyor. Sonrasında ise üzerine örttüğü gaflet perdesi sebebiyle 76 yaşındaki mezar kazıcı gibi oluyor. Ona: “Bunca yıldır mezar kazıyorsun. Sana en çok ilginç gelen anını paylaşır mısın?” dediklerinde şöyle cevap verir: “Benim şu nefsim 48 yıldır mezar kazdığımı görüyor. Bir gün bile gaflet uykusundan uyanmadı. Üzerine örttüğü gaflet perdesini atmadı…”
Ve yine anladım ki aslında gaflet perdesi; bizim gün içinde kendi ellerimizle, gün içindeki meşguliyetlerimizle, dünya ve ahiretimize ömrümüz boyunca bize hiç yaramayacak boş işlerle ördüğümüz, kalplerimizin ve bedenlerimizin üzerine attığımız bir perdeymiş meğer…
Üzerimize gaflet perdesi atarak daldığımız gaflet uykusu, çok derin olur. Azrail’in uyandırdığı uyku ne kötü uykudur…
“Nasıl yaşarsak öyle ölecek, nasıl öleceksek öyle dirileceksek” vay halimize!