İnsan ve tüm canlıların hayatını devam ettirebilmesi için olmazsa olmazları vardır. Hava, su, gıda maddeleri vs… Bu ihtiyaçların karşılanması yerine göre çalışmayla yerine göre çalışmadan temin edilebilmektedir. Örneğin hava dediğimiz oksijen canlılar için hayati öneme sahip ve çalışmayla elde edilmiş olsaydı hiçbir canlı hayatını devam ettiremezdi.
İslami literatürde canlıların ihtiyaçları için genel bir ifade olarak ‘rızık’ kelimesi kullanılmaktadır. Allahu Teâlâ sadece insanların değil bizce bilinen ve bilinmeyen, canlı cansız tüm yaratıkların rızkını üzerine almıştır. Kendisine itaat eden isyankâr eden, Müslüman-kâfir, ateist, tüm insanlara rızkını göndermektedir. Kendisine karşı isyanda sembolleşen Firavun ve Nemruda dahi dünyanın saltanatını vermiş, düşman diye hemen canını almamış, rızkını kesmemiş, kendisine yakışır bir şekilde nimetlerinden bolca istifade ettirmiştir.
İnsanoğlu ise diğer insan ve canlılara doğal tabii haklarını vermede eli sıkı davranmakta, verile sözler ve vaatler yerine getirilmemekte, gücü ve kuvveti yettiğinde haklarını gasp ederek zalimce davranabilmektedir. Bırakın düşmanlarına rızık ve hak ettiklerini verme, kendi dostlarına, akrabalarına dahi hak ettiklerini pazarlık konusu yapmakta, eli sıkı davranmaktadır. Bundan dolayı ‘hak verilir mi alınır mı?’ tartışması yapılmakta, hak verilmez alınır veya hak verilmediğinde alınmalıdır, ilkesi geçerliliğini korumaktadır.
Bu durumu açıklanan son Demokratikleşme Paketinde bariz bir şekilde görebilmekteyiz.
Büyük umut ve beklentilerin bağlandığı ve hükümetin sır gibi sakladığı Demokratikleşme Paketi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından nihayet açıklandı. Paketin içeriği genelde olumlu bulunsa da ne sağcısı ne solcusu, ne de İslami kesimi tatmin etmedi. Haksız da değiller. Başbakanın ‘şaşırtan bir paket olacak’ sözleri, ülkenin içerisinde bulunduğu ortam ve şartalar, kulislerde konuşulanlar baz alınarak paketten çok şey bekleniyordu. En azından Terörle Mücadele Kanunu’nda bazı değişikliklerin olmasıyla mağduriyetlerin kısmen de olsa giderilmesi bekleniyordu. 28 Şubat ve süreci takip eden yıllarda onbinlerce insan camide Kur’an dersi verdiği için, eften püften nedenlerle ağır cezalara çarptırıldı.
Hiç unutmam; 2003 yılında Siirt E Tipi cezaevinde iken beraber kaldığımız ve halen Adıyaman cezaevinde olan M. Emin Güçlü adında bir arkadaşımız vardı. Camiye gitmekten başka bir suçu olmadığı halde Anayasayı silah zoruyla yıkmak suçlamasıyla müebbetle yargılanıyordu. Yargılandığı o dönemin Diyarbakır DGM Başkanı suçsuz olduğunu bile bile ‘sana 146. Maddeden müebbet cezası veriyoruz ama 8 ay sonra tekrar görüşeceğiz.’ (Yanı dosyan Yargıtay’dan bozulacak ve yargılama tekrar yapılacak) Fakat sonuç başkanın dediği gibi olmadı. Yargıtay, dosyanın içeriğine bakmaksızın veya baktığı halde aynen olduğu gibi onadı. Bu başkan ve hâkimlerin verdikleri cezalardan dolayı vicdanları sızlıyor mu sızlamıyor mu onu da bilmiyorum. M. Emin Güçlü, mağdurlardan sadece bir tanesi… Onun gibi nice mütedeyyin ve farklı suçlardan müebbet ve ağır ceza alan mazlumlar yıllardır dört duvar arasında çile doldururken aileleri ise dışarda cezaevi kapılarında mağduriyet üstüne mağduriyetler yaşıyorlar. Peki, bunların hali ne olacak?
Hükümetten ve Başbakandan beklentiler yüksek. Çünkü şu anki Türkiye şartları 5-10 sene öncesinin Türkiye’si değil. 10 sene önce bir Andımız’ın kaldırılması dahi tartışılamazdı. Başörtüsüne sahip çıkmak parti kapatılma sebepleri iken bugün serbest olması gayet normal karşılanabilmektedir. Peki, buna rağmen yasaklanan, gasp edilen, temel insani hak ve özgürlükler neden verilmiyor? Bu hakların verilmesi neden her seferinde perakende, gram gram veriliyor veya neden bir örgütle veya bir şahısla pazarlık konusu yapılarak veriliyor? Bu haklar gasp edilirken muhatap aranmadı, pazarlık yapılmadı, referandum veya seçime gidilmedi. Aksine bu haklar zulümle oldubittiyle gasp edildi.
İşte insanoğlu böyle… Acaba Başbakan nasıl düşünüyor. Hakların hepsini versem bunlar şımarır veya halka verebileceğim, seçimlerde va’dedeceğim bir şey elimde kalmaz diye mi düşünüyor, yoksa bazı merkezlerin tepkisini çekmekten mi korkuyor…
Başbakan, ne düşünürse düşünsün; kendisinin de dediği gibi oturduğu koltuk ebedi değil, en fazla bir seçim veya iki seçim sonra koltuğa ve ardından dünyaya veda edecek. Mazlumların sistem tarafından gasp edilmiş haklarını lütuf ve pazarlık konusu yapmaktan vazgeçmeli ve hemen vermelidir. Kendisine kar kalacak olan mazlumların duası olacaktır, yoksa mazlumların bedduasıyla karşı karşıya kalacaktır.