Aslında eğer bu hafta bir konuda yazılacaksa bu konu mutlaka pkk/bdp’lilerin pişkinlikleri olmalı… Zira “yavuz hırsız” deyiminden imal edilen gömlek pkk/bdp’den daha iyi hiç kimsenin üzerine oturamaz, oturmuş değildir. Her türlü melanetin, anarşinin, terörizmin belki de bugün dünyadaki tek ve en iyi temsilcileri kendileri oldukları halde, barışın, hizmetin, hak aramanın ne demek olduğunu literatürlerine karalama şeklinde dahi almadıkları halde başkalarını töhmet altında bırakma densizliğinde bulunmaya hala cesaretleri var. Bir gün bu cesaret firavunların memleketinde takdir görecektir, ama eğer firavunların memleketi geri gelirse…
Ama gayri meşru yaşama karşı açtığı cephede yalnız bırakılan başbakana omuz vermek gerektiği düşüncesinden dolayı ahlaksızlıkla savaşa değinmek daha yerinde olacak. Bu mücadelede karınca kararınca her Müslüman’ın işin bir ucundan tutan biri olmak için gayret içinde olması gerektiğini inanıyorum. Zira bu mücadelede de tıpkı “gezi olayları”nda olduğu gibi başbakanın en yakın arkadaşları tarafından yalnız bırakıldığını düşünüyorum. O zaman en yakın arkadaşları; “özürlerle, mesajları almalarla” başbakanı yalnız bıraktılar, bugün “eğer bir suç yoksa müdahale edemeyiz” açıklamaları ile başbakan yalnız bırakılıyor. Oysa ortada gayri meşru yaşamın üst versiyonlarının fiiliyata geçirildiği bir durum söz konusu ve eğer bu gayri meşruluk bir suç değilse o zaman suçun tarifinin yeniden yapılması gerekir bu da ancak şeytanın tarifine uyacak bir tarif olur.
Gayri yaşamın müntesiplerinin bütün güçlerini seferber ettikleri bir ortamda onları bu saldırılarında cesaretlendirecek bu tür açıklamalar esef verici açıklamalardır. Cesaretten yoksunluğu ifade eden açıklamalardır. Oysa en fazla cesaret isteyen alan siyaset alanıdır. Kesinlikle çekingenlik, korkaklık addedilebilecek duruşlara tahammülü yoktur.
Karşı cenaha bakın; en olmadık sapıklıkları, ahlaksızlıkları, ruhi hastalıkları nasıl da cesaretle savunabiliyorlar. Hz. Ali’nin dediği gibi; “Onların batılda gösterdikleri sebat ve kararlılığı sizler hakta göstermiyorsunuz.” Bu bir Müslüman’dan kabul edilecek bir tavır değildir. Hele hele bu kadar önemli bir konuda…
Hükümet bugüne kadar gayri meşru hayatın silahşörlerinin menfaatine dokunacak çok sayıda uygulamaya imza atmıştır. Ama hiçbir uygulama söz konusu olan ahlak olunca kadar tepki çekmiş değildir. Bütün askerlerini hatta komutanlarını bile sahaya sürmek zorunda hissediyorlar kendilerini… Malum medyanın manşetlerine bakın ya da internet sitelerine bakın bütün haberleri bu konuya tahsis edilmiş. Ne kadar kalemşörleri varsa, uzmanından acemisine kadar hepsi teyakkuza geçiyor ve yedi/yirmi dört saat tabir edilen bir mesainin içinde bir gönüllü olarak canla başla çalışıyor. Niye? Çünkü bu onun için sonun başlangıcı değil sonun ta kendisidir. Aleyhte olan diğer uygulamalar belki onlara zarar veriyor ama hiç birisi onun için yok oluş olmuyor. Zira hükümet onların aleyhine olabilecek hangi faaliyete girişirse girişsin bir gün hükümet el değiştirdiği zaman hepsi geri kazanılabilir zararlar olarak kalıyor. Ama ahlak onların varlık yokluk meseleleri… Belki de Hz. Resulullah’ın “Kardeşim İsa şeriatı tamamlamak için gönderildi, ben ise ahlakı tamamlamak için gönderildim” hadisi bu noktaya işaret ediyor.
Ya da kim bilir belki de Hz. Resulullah’ın bu hadisine bakarak bütün güçleriyle bu noktaya saldırıyorlar. Emperyal güçlerin politikalarından haberdar olan herkes bugün en fazla yüklendikleri noktanın ahlaksızlık transferi olduğunu bariz bir şekilde görecektir. Emperyalist güçlerin bilimi, sanatı, medyası, sineması, parası ve diğer tüm olanakları ahlaksızlığın hizmetinde olduğu herkesin malumudur. Çekilen film ve diziler bu amaca hizmet ediyor. Yazılan ve çizilen eserler bu amaca hizmet ediyor. Dili güzel kullanan ne kadar edebiyatçısı, vaizi varsa hepsi bunun için hizmet ediyor. Bunu görmemek için körden öte bir şey olmak lazım…
Peki, emperyal güçler içimize ihraç etmek istedikleri bu ahlaksızlığı, ruhi hastalıkların en müzminlerine müsamaha ve hoşgörü kültürünü bir inanç olarak gördüğünden veya ilkeler çerçevesinde mi transfer etmeye çalışıyor yoksa “sizin de kendileri gibi olmalarını istemektedirler” Kur’anî deyimiyle içinde düştükleri bataklılıktan kurtuluş imkânları olmadığından bizim de kendileri ile beraber olmamızı mı istiyorlar.
Gayri meşru çocukların da mirastan istifade ettirilmesi hakkında çıkarılan kanun ile ilgi aile ve sosyal politikalar bakanlığında görevli bir yetkili şöyle bir açıklama yapıyordu; “Avrupa’da böyle bir durum söz konusu ama bu Avrupa’nın ilkelerinden kaynaklanan bir durum değil. Şartlarından kaynaklanan bir durum. Zira Avrupa’da meşru çocuk sayısında epey düşüşlerin yaşanmasından sonra nüfustaki düşüşün önüne geçmek için “yeter ki çocuk yapın” şeklinde ifade edilebilecek bir düşünce ile gayri meşru çocuklar da miras hakkına ortak edildi. Oysa Türkiye’de böyle bir durum söz konusu değil.”
Bugün değişik isimlerle anılan ruhi sapkınlıkların insanlık için helak olduğunu Avrupalı olsun, Asyalı olsun; Müslüman olsun gayri Müslim olsun her idrak sahibi biliyor ve kabul ediyor. Gerektiğinde bu hakkı teslim ediyor. Ama İslam âleminin sahip olduğu dinamiklere batı toplumu sahip değil. O yüzden helake götürüldüklerini bildikleri halde batılılar bu cürümlerin önüne geçmek isteseler dahi geçemiyorlar. Bu başarısızlıklarını ise dillendiremediklerinden bunu ilkeleri olarak yansıtıyorlar. Oysa durumun böyle olmadığını her Avrupalı, Amerikalı bilim insanı biliyor. Bugün Avrupa toplumlarının helake gittiklerini ve bu gidişatın artık geri dönülemez bir aşamaya geldiğini herkes biliyor, ama engel olamıyorlar.
Seyyid Kutup’un bu konuda verdiği güzel bir örnek var; Amerika’daki içki yasağı… İçkinin insanın aklına, iradesine, sağlığına ve topluma olan zararlarından dolayı ABD içkiyi yasaklayan bir kanun çıkarıyor, ama bütün tedbir ve caydırıcı uygulamalara rağmen, astronomik para cezalarına rağmen Amerika bu yasağı kaldırmak zorunda kalıyor. Ve bugün içki medeniyetin sembolü olarak yansıtılmaya çalışılıyor. Oysa İslam bu illeti “artık uzak durun” emri ile tek toplumdan söküp atmıştı.
Diğer tüm hastalıklar da bunun gibi… Baş edemedikleri için kabullenmek zorunda kalmışlar. Ahlaksızlığın önünü kendi toplumlarında alamazlar. Hatta Hitler gibi bir adama her türlü izin ve yetkileri verseler bile ve bu uğurda milyonlarca insanı kıyımdan geçirseler bile bunun önünü alamazlar. Önünü alamadıkları bu melaneti önümüze özgürlük olarak koyuyorlar. Buna saygı duymamızı istiyorlar. Bunun asri medeniyetin gereği olduğunu iddia ediyorlar. Oysa gerçek söyledikleri gibi değil izah ettiğimiz gibidir.
O yüzden bu konuda her Müslüman’ın Müslüman kardeşine omuz vermesi dini, insani, vicdani bir vazifedir. Bugün bunun için her şeyini ortaya koyamayan Müslüman yarın ahlaksızlığın başına getireceği hiçbir melanetten şikâyet etme hakkına sahip olamaz.