Gazâlî ile ilgili dikkatimi en çok çeken husus, modern dünyanın ona düşmanlığıdır. İslam'a karşı hiçbir zaman iyi hisler içinde olmayan modern dünya Gazâlî'ye karşı da iyi hisler içinde değildir.
Malum İmam Şafii Hazretlerine atfedilen bir söz vardır. “Fitne zamanı hakkı tutanı nasıl anlarız?” sorusuna İmam: “Düşman oklarını takip edin, sizi hak ehline götürecektir!” cevabını vermiştir.
Modern dünyada Gazâlî'ye ok atanlar kimlerdir: Ona karşı daima kompleks içinde olan Batılı düşünürler… Onu yenememenin hırsıyla yanıp tutuşurlar. Kendi gerçekliği içinde “çıkar” putu etrafında buluşurken Gazâlî'nin toplum inşasından yararlanan Batılılar, onu İslam âleminin gözünden düşürürler. İslam'dan söz eder etmez, “Sakın Gazâlî'yi okumayın!” derler. Gazâlî, sizi felsefeye düşman eder, sizi geri bırakır, diye gerekçelendirirler, bizi bizden çok düşünen Batı filozofları! İyi de biz, felsefe ile mi ilerledik ki felsefeyi bırakınca geri kalalım? İslam, bir felsefe midir mi ki Gazâlî felsefeyi darmadağın edince İslam'a zarar vermiş olsun?
Gazâlî'nin diğer düşmanları, geçmişin İngiliz işgal sahasında yetişen kimi modern Müslümanlardır. Bununla Gazâlî'yi eleştirenleri kast etmiyorum. Âlim, âlimi eleştirebilir. Gazâlî kendi çağında da sonraki çağlarda da âlimlerce farklı sebeplerle eleştirilmiştir. Kast ettiğim, Gazâlî düşmanlığıdır, eleştiriyi nefret ettirme hedefi doğrultusunda yapmaktır. İngiliz işgal sahasında yetişen kimi modern şahsiyetlerin Gazâlî konusunda vardığı yer ne yazık ki orasıdır.
Bir de Şarkiyatçı bir zihniyetle yetişen kimi İlahiyat profesörleri… En çok da onların düşmanlığı Gazâlî'nin okunmasını ve anlaşılmasını gerektiriyor. Gün boyu İslam'ı anlatıp İslam lehine tek söz söylemeyen bu şahsiyetler için Gazâlî'yi yenmek, bir davadır. Biraz da haklılar doğrusu. Gazâlî de tam onlar gibi “âlim” profili ile uğraşmıştı, onları yenerek ilmin kapısını halka açmıştı.
Ne yaptı Gazâlî?
Gazâlî, Hicri 5, Miladî, 11. yüzyıl âlimidir, Hicri 505, Miladî 1111'de vefat etmiştir. Kendisinden önceki yüzyılda Hicrî 4, Miladî 10'da, Batılı Şarkiyatçıların en çok ilgilendiği İslam asrında, Müslümanlar güçlerinin doruğunda iken tükenmenin yoluna girmişlerdi.
O çağda ilim, entelektüelliğe dönüşmüştü. İslam'ın “İkra'!” emriyle başlayan bilgi edinme faaliyeti sapmış, âlimlerin kimi zaman kendi aralarında kimi zaman kralların önünde münazara malzemesi edindikleri bir tür zaman geçirme ve rakibini alt etme uğraşına dönmüştü.
O asırda İslam aleminde iki ana fraksiyon vardı:
1. İlimle uğraşıp irfan ve zühdü terk edenler
2. İrfan ve zühdle uğraşıp ilmi terk edenler
Onlar arasındaki tartışmalarda övgüde de eleştiride de İslam'ın sınırları aşılmıştı. Onların karşısında Batınîler ve onlara çok yakın felsefeciler vardı. İki fraksiyon birbiri ile uğraşırken avam Batınîliğe yöneliyor, ilim talebeleri felsefeye merak salıyordu. Mezhepçilik, Müslümanları canından bezdirmiş, Müslümanların kendi içlerindeki Hıristiyan ve Yahudi azınlık karşısında bile saygınlığına ağır bir darbe indirmişti.
Herkes, kendi ucunda bir diğerini itham ediyordu. Kendisinin mutlak doğruda olduğuna inanıyor. Kendisi gibi inanmayana hücum ediyordu. Batınîler ise hücumu ileri götürüp muhaliflerine suikastlar yapıyorlardı. Buna karşılık İslam âlemi içeride maddi olarak her alanda güçlüydü ve problemleri öncelikle güçle halletmeyi düşünüyordu. Batınîlik baş belası ise ona savaş ilan edeceksin, kimi irfan ehli halkı rahatsız edecek kadar zühdden söz ediyorsa süreceksin, kimi zahirci âlimler tekfircilik yapıyorlarsa kamçılayacak veya hapse atacaksın, senin mezhep kavgalarını diline dolayan bir Hıristiyan din adamı varsa haddini bildireceksin, deniyordu. Bu “güç” kullanma önerisi, sorunları bastırıyor ama çözmüyordu.
Ve dünya Müslümanlardan ibaret değildi. Müslümanlar, kendi dünyalarında birbirleri ile uğraşırken Batı, Güney ve Kuzey Avrupa'da Katolik dünya güçleniyor, Doğu Avrupa'da Bizans yeniden toparlanıyordu. Daha önce birbirlerini yiyen Katolik ve Ortodokslar, Papa II. Urban ve Bizans İmparatoru I. Aleksios Komnenos, öncülüğünde mezhep kavgasını aşmış, buluşmuş, Haçlı Seferlerini başlatmış, İslam âlemini rencide etmişlerdi.
Gazâlî, bu noktada sorunu dışarıda aramıyordu. Düşman, zayıf bulduğu yere saldırırdı. İslam âlemi zayıftı. Ama bu, bir güç zayıflığı değildi. Bu, dağınıklık ve disiplinsizlikten kaynaklanan bir hantallıktı.
Gazâlî, bu hantallığa karşı çocuklardan başlayan ve toplumun en tepe noktasındaki şahsiyetlere ulaşan bir yeniden inşa, bir ihya sürecine girişti. Onun ilk hedefi, ilimle toplum arasındaki kanalı açmaktı. “Âlimin sürçmesiyle âlem sürçer.” diyen Gazâlî, sürçen âlimlere hadisi, sünneti hatırlattı. Onlara, filozoflar gibi yaşayan bilgeler olmak yerine, sahabe gibi yaşayan âlimler olmayı önerdi. Onun aradığı “maddiyat için okumuş, cübbeler giymiş, makam işgal etmiş cedel ehli değil, Allah için okuyan gerçek âlim”di. Zira “Hak yolunun rehberleri, peygamberlerin varisi olan gerçek âlimlerdir.”
Gazâlî, kendisini “gerçek âlimler” yetiştirmeye adadı. Ama bu adayışta iken halkı ihmal etmedi. O, halkın anlayışının bozulduğunun, ölçünün kaçtığının farkındaydı. İpek giyen birini gören halk, onu yerden yere vuruyordu ama gününü insanları çekiştirerek geçiren birini hoş görebiliyordu, görünen haramı biliyor, görünmeyen haramı alkışlayabiliyordu. “Ne yazık ki şimdi dizginler gevşedi, boyunlar uzadı, boş lâflar aldı yürüdü. Her cahil, kendi görüşüne uygun olanın doğru ve gerçek iman olduğuna kâni oldu. Kendi tecrübe ve tahminlerinin gerçek olduğunu sandı. “ diyen Gazâlî, âlimlerden bu vaziyetteki toplumun anlayacağı, işlevsel bir ilim etkinliği talep ediyordu.
İlim, Müslümanları kalkındırmayacaksa ne işe yarardı!
Gazâlî, bu bakışla uçları törpüleme yoluna gitti. İlim ehline irfan ve zühde de yönelmeyi, irfan ve zühdle uğraşana ilimle de uğraşmayı, gücü insanları ıslahta tek yol görenlere ahlakın gücünü öğrenmeyi tavsiye etti.
Onun Müslümanların sorunları için bulduğu en harika çözüm ise gıybet ve çekişmeye karşı mücadeleydi.
Gazâlî, çekişmeyen, gıybet etmeyen Müslümanların sahabe disiplini içinde başarılı olacağına inanmıştır. Haçlı işgali söz konusu iken onun bu yöndeki ayet ve hadisleri hatırlatmasını basit işlerle uğraşmak olarak görenler, onu anlamadılar. Zaman zaman Haçlılara savaş açtılar ve hemen hemen her savaşta Haçlıları yendiler. Ya sonra muzaffer komutan, bir Müslümanın oku ya da hançeri ile canından oldu. Mevdûd b. Altuntegin böyle katledilidi, kahraman Nürü'd-Devle Belek bin Behram bin Artuk da öyle can verdi. Her biri nice Haçlı'nın boynunu vurdu, kaç Haçlı kontunu zincire bağlayıp Musul'a, Harput Kalesi'ne götürdü? Ama bir adım yol alamadı.
Onlardan sonra Gazâlî'nin “çekişmeyin” tavsiyesine uyan, lavaboya sol ayakla girip lavabodan sağ ayakla çıkmanın toplum birliği ve disiplinindeki yerinin farkında olan, işlevsiz ilim yerine karşılığı olan ilimle meşgul olup bununla birlikte zahid olan, düşman denince sadece şeytan ve küfrü bilen, onlarla mücadeleyi, onlarla gaza etmeyi hayatının anlamı haline getiren bir nesil yetişti. Kendilerinden öncekiler kadar güçlü değildiler ama çekişmeyince onlardan daha büyük işler başardılar ve İslam'a neredeyse 700 yıl kazandırdılar.
Bugünün Müslümanı, Gazâlî ‘yi eleştirenlerden okudu, Batılılardan öğrendi, Batılıların talebi olan yerli Şarkiyatçılardan tanıdı ama koca İhya-ı Ulumiddin'e şöyle bir bakmadı. Zihnimiz dışarıda şekillendiği günden bu yana çok şey kaybettik.
Gazâlî'yi, kendisini okuyarak anlamak gerek…