Haaretz'in israilli bir üst düzey yetkiliye dayandırdığı habere göre, ABD kongresinden bir heyeti Kudüs'te kabul eden Netanyahu, toplantı boyunca Türkiye ile uzlaşmanın çok yakın olduğunu üç kez tekrarlamış.
İki ülke arasındaki görüşmelerde tek sıkıntının, israil'in kapatılmasını istediği İstanbul'daki Hamas temsilciliği konusunda varılan uzlaşmanın netleşmemesi imiş.
İstanbul'da Hamas'ın temsilciliği olmadığına göre israil, işi kendi ağırdan alıyormuş gibi ayaklara yatmakta.
Türkiye'ye düşen, ivedilikle Hamas'ın temsilcilik açmasını sağlamak olmalı.
Hem de 4. Levent civarı, israil konsolosluğunu karşı cepheden görecek yerde.
Bilindiği üzere Mavi Marmara katliamı sonrası Türkiye – israil ilişkileri gerilmiş, bir süre sonra tamamen kopmuştu.
İki ülkenin toplamda birbirine muhtaç olduğu muhakkak.
ABD – Türkiye ilişkileri israil'den bağımsız olmadığı gibi israil'in de yakın zamana kadar Ortadoğu'da Türkiye kadar sağlam bir müttefiki yoktu veya en azından öyle görünüyordu.
Ancak uluslararası sularda gerçekleşen olay, on vatandaşımızın katledilmesiyle sonuçlanmış; bunun üzerine Türkiye; Gazze üzerinden israil ablukasının kaldırılması, ölenlerin ailelerine ve yaralılara tazminat ve özür koşuluyla ilişkilerin düzeleceğini belirtmişti.
O tarihten bugüne ilişkiler bir tülü normale dönemedi.
Netanyahu'nun açıklamasından sonra bugünkü koşullara baktığımızda Gazze'de çok şeyin değiştiğini görmekteyiz.
Ancak değişenler ne yazık ki menfi yönden oldu.
Mesela altı yıl önce Mısır ile Gazze arasında tüneller vardı, Sisi cuntası diyet ödemek niyetine hepsini kapattırdı.
Refah sınır kapısı kapatıldı.
Gazze'nin 1,5 milyon olan nüfusu 1,8'e çıktı.
İşsizlik oranı arttı, açık cezaevi biçimindeki Gazze'de kilometre kare başına düşen insan sayısı arttı.
Fakirlik çekilmez hal alırken, Mavi Marmara sonrası israil saldırısı sonucu iki bin insan ölürken on bine yakın insan yaralandı.
Türkiye'nin en küçük ili Yalova'nın yarısı kadar olan Gazze'de bir milyon sekiz yüz bin insan yaşıyor.
Nüfusun yarısından fazlası on sekiz yaşın altında.
Şehrin tek elektrik santrali israil'den besleniyor.
Vatandaşlar, günde en fazla sekiz saat elektrikten yararlanabiliyor.
Elektrik ücreti israil'e ödeniyor.
Dünyanın en büyük açık hapishanesi durumundaki Gazze'nin etrafı israil tarafından kuşatılmış.
israil askerleri Gazzelilerin etrafındaki gardiyan gibi.
Salgın hastalıklar almış başını gidiyor.
Hastanelerde doktor, hemşire, ilaç yok.
Çimento ve demirin şehre girişi yasak.
Mısırdaki Refah sınır kapısı da kapatılınca Gazze'den çıkış imkânsızlaştı.
Zaten daha önce de çıkan bir daha giremiyordu.
Peki, her şey daha kötüye gittiği halde ne değişti de Türkiye – israil ilişkileri normale dönüyor?
Hani abluka kalkacaktı.
Hani tazminat ödenecekti.
Hani özür dilenecekti.
Ne değişti?
ODTÜ'YE KAYYIM ATANSIN
Atalay Filiz…
Ömrünün baharında suça bulaşmış bir genç…
Galatasaray Lisesini birincilikle bitirmiş.
Sonra ver elini ODTÜ…
Hani bu mescitteki üç beş gence yüzlerce namerdin saldırdığı üniversiteye yolu düşer…
ODTÜ'den bir ölüm makinesi yetişir.
Önce çocukluk arkadaşı ve sevgilisini öldürür, sonra malum tarih öğretmeni ve bavulda taşınan ceset.
Ensar Vakfı'ndaki bir sapıktan dolayı vaveyla çıkarıp koca bir kurumun kapanmasını isteyenler acaba Atalay'ın yetişmesinde kilometre taşı olan ODTÜ'yü neden bugün ağızlarına almadılar?
Ensar Vakfı'nın kapanmasını isteyen zevat, ODTÜ'ye kayyım atanmasına ses çıkarmaz herhalde.
BİZANS ARTIKLARI
Konu fetih olunca, tasmasını koparan, salyasını etrafa saça saça saldırıyor.
Mevzu İslam olunca kudurganların hırlamaları da tasma şakırtılarına karışıyor.
Sanatçısı, akademisyeni, siyasetçisi… Hiçbiri bundan geri durmuyor.
Fethedilen İstanbul olmuş, Amed olmuş ne çıkar, yerli uşakların öfkesi için fark etmez. Irk, dil fark etmiyor. Mevzu din olunca saldıranlar aynı öfkesini kusuyor.
Mustafais Altıoklaris de geçen gün içini boşalttı. Adam, sanki büyük bir şehrin kanalizasyon borularını açtı. İstanbul Fethi mevzuunda Cumhurbaşkanı Erdoğan'a hitaben boca etti. “İki dandik takayı Haliç'in uysal sularından geçirip, topu topu Avcılar kadar bir üvey kasabayı gasp etmeyi fetih diye kutlayan aptal; elbette bilmezsin; senin Ecdad-ı Osman'ın yalvararak Haçlıya teslim ettiği İstanbul'u, Mustafa Kemal'in ölümüne kavgasıyla kurtardığını ve elbette bilemezsin, sana hayatın estetiğini yaşamayı önerdiğini -fani dünyada hem insan-ı kamil olarak ve lakin bilimden feyz alarak… Ama sen kanser gibisin be kardeşim. İçinde büyüyüp beslendiğin organizmayı bitirdiğinde, kendini de öldüreceğini bilmeyecek kadar kanser…”
Haliç'in uysal sularındaki takalar fena batmış Bizans artığına. Ecdad-ı Osman'ın yalvararak Haçlı'ya teslim ettiğini söyleme gafletinde bulunan zat, Bizans tohumu olduğunun bilinciyle saldırmış. Yani ecdadının intikamını alma çabasında. Ölümüne girişilen kavga dediği dönemin arşivleri bile açılmamış ve açılma ihtimali nedense birilerinin kâbusu oluyor. Nice yüce sanılanın arşivler açılınca cüce olacağı muhakkak.
Mustafais'in dillendirdiği şarkının nakaratını, Adnan Menderes Üniversitesi'nden isminin başında prof yazılan Erbayis Bardakçıyais seslendirdi. Veterinerlik Fakültesi Zootekni Anabilim Dalı öğretim üyesi olan bu zatın uzmanlık alanı evcil hayvanlarmış. Tasmaya ram olmanın hikmetini keşfetmiş olacak ki fırsat bulduğu an saldırmayı ihmal etmedi.
29 Mayıs günü İstanbul'un fethiyle ilgili 'Bugün muhteşem bir uygarlık olan Doğu Roma İmparatorluğu'nun başkenti Konstantinopolis'in barbar ve bağnaz bir kabile tarafından işgalinin yıl dönümü' paylaşımı, Bizans artıklarının Anadolu'dan sökülmediğinin bariz bir örneği. Muhteşem uygarlık ve Konstantinopolis ifadesi tasmanın ‘Made in Bizans' olduğunu ele veriyor.
Bardakçıyais'in bu sözleri akıllara 21 Ekim 2012'de Uluslararası Yezidi Konferansı'nda Halid Bin Velid'e hakaret eden Ahmet Türk'ün "Yezidilere en büyük soykırım Halid bin Velid döneminde yapılmıştır. Bunu İslamiyet adına yaptıklarını söylemişlerdir." sözlerini getirdi.
Yezidiliğin Halid Bin Velid'den beş altı asır sonra ortaya çıkan bir inanç olduğunu bilmeyen Ahmet Türk'ün oradaki konuşmasının amacı şüphesiz ne Yezidilikti ne de Halid Bin Velid idi.
Cahil cesaretiyle hakaretle nefret kusan bu zat da tıpkı Mustafais ve Erbayis gibi kin ve öfke sanrısına kapılmıştı.
İslam'la şereflenen Kürt toplumuna İslami şiarları karalamaktı asıl amacı.
Ahmet Türk'ün ifadeleri medyada geniş yer bulmadı, ancak gelen tepkiler üzerine sosyal medyadaki paylaşımını silen Prof. Dr. Bardakçıyais'e aynı üniversitenin Rektörü Prof. Dr. Cavit Bircan da sosyal medyadan yazdığı, 'Terör sevici akademisyenlerimizden sonra Bizans sevici akademisyenimiz de oldu. Bilsinler ki Hira Dağı'nın evlatları Olimpos Dağı'nın evlatlarını mutlak ve yeniden mağlup edeceklerdir' sözleri cami duvarının korunaksız olmadığının göstergesi.
Prof. Dr. Erbayis Bardakçıyais hakkında yaptığı paylaşım nedeniyle soruşturma başlatan Rektör Bircan'ın “İlgili öğretim üyesinin sosyal medyadaki kabul edilemez paylaşımları nedeniyle disiplin soruşturması başlatıldı, ceza soruşturması başlatıldı ve açığa alındı. Bu paylaşımları nedeniyle haklı olan tepkinizi tehdit, hakaret ve küfür gibi ifadeler kullanarak değersizleştirmeyelim. Süreç tarafımızdan ciddiyetle takip edilecektir” paylaşımı bir nebzecik de olsa yüreğimizi ferahlattığı gibi cami duvarının yanında kürekle bekleyen yiğitlerin oluşu da bizi sevindirmedi değil.
MEHMET GÖRMEZ, GÖRMEZDEN GELİNMEZ
Dini bayramların aynı gün yapılabilmesi için ortak karar imkânının arandığı kongreye Türkiye, Malezya, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, ABD, Katar, Fas, Ürdün'ün de aralarında bulunduğu altmışa yakın ülkeden temsilci katıldı.
Diyanet İşleri Başkanlığı, Avrupa Fetva ve Araştırma Meclisi, Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve İslam Hilal Gözlem Projesi (ICOP) iş birliğiyle düzenlenen ve üç gün süren kongre sona erdi. İslam dünyasında ve Müslümanlar arasında Hicri takvim konusunda ortak bir karara varılmak amacıyla düzenlenen 'Uluslararası Hicri Takvim Birliği Kongresi'nin sonuç bildirisini açıklayan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, "Yaklaşık üç yıllık bir çalışmayı bugün neticelendirmenin mutluluğunu yaşıyorum. Aynı beldelerde yaşayan Müslümanların aynı camide namaz kılan Müslümanların bayram gününü birbirinden ayırmasına bu toplantı son vermiştir" sözleri alkışlanacak bir çabanın sonucu.
“Takvim Müslümanlar için özellikle Müslüman azınlıkların karşı karşıya olduğu bazı sorunları çözme yönünde çok önemli katkılar sunacaktır. Bu sonuçlardan biri oruç, bayram gibi Müslümanlar için önemli anlam taşıyan günleri birleştirmesidir. Bir diğeri ise ayrışmayı ortadan kaldırmasıdır. Özellikle azınlık halinde yaşayan Müslümanlar arasında bu sorun tek bir devlet içinde bazen iki bazen de üç farklı günde oruç ve bayram yapma noktasına varacak aşırı durumlara yol açabilmektedir" sözleri işin ehemmiyetini gözler önüne seriyor.
Görmez'in bu çabasını görmezden gelmek için kör olmak gerekir.
Bu çaba, ümmetten ulusa evrilen İslam coğrafyasının son yüzyılda ümmetçe gerçekleştirdiği ilk projedir. Bu projenin ümmetin birlikteliği için ilk adım olacağını umut ediyor ve Mehmet Görmez'i bu çabasından dolayı kutluyoruz.
KÜFÜRBAZLAR KILIÇDAROĞLU MİSAFİRİYMİŞ
Hatırlanacağı üzere CHP'nin Meclis grup toplantısında ahlâki melekeleri dumura uğramış, birine olan öfkelerini topyekûn bir milletten çıkarmaktan imtina etmeyen foseptik beyinliler duygularının vanalarını açmış ve etrafa pis kokular saçmışlardı.
Geçen haftaki yazımızda "Tayyib'in ...leri yıldıramaz bizleri" sloganlarının atıldığı toplantıda Kılıçdaroğlu'nun el kol hareketleri çekip sloganlara eşlik etmemesi tuhafımıza gitmekle beraber bizden takdir bile görmüştü.
Nazarımızda Kılıçdaroğlu'nun bu tutumu bir gelişme olarak görülmüştü.
Ana akım medya grubunun Kılıçdaroğlu'nun ses çıkarmamasını eleştirmesine katılmamıştım, zira her insanın nev-i şahsına münhasır özellikleri var ve bu özellikler göz ardı edilmemeli.
Kılıçdaroğlu'nun sloganlara eşlik etmemesi üzerine olan takdirim bir haftayı bulacaktı ki Kemal Kılıçdaroğlu, toplantı sonrası Meclis'teki odasında grubu ağırladığı ve hediyelerini kabul ettiği ortaya çıktı. Grup toplantısında küfredenlere tek bir uyarıda bulunmayan Kılıçdaroğu, küfüzbazları Meclis'teki makamında ağırlamış.
CHP Buca Gençlik Kolları tarafından sosyal paylaşım sitesi Facebook'tan paylaşılan fotoğrafta grubun, Kılıçdaroğlu'nu grup toplantısı sonrası ziyaret ettiği anlaşılıyor. Fotoğrafta, TBMM'ye Kılıçdaroğlu'nun ismi ile giren grubun içinde üniversite öğrencileri başta olmak üzere, Buca Belediyesi bünyesinde çalışan yardımcı personel, güvenlikçi ve taşeron işçileri de Kılıçdaroğlu'nun yanında yer almakta. Gençleri slogan atmaya yönlendiren CHP Buca Gençlik Kolları Başkanı Haydar Göktepe'nin Kılıçdaroğlu ile verdiği samimi poz, eylemin ekip işi olduğunun göstergesi.
Meclis'te gerçekleşen görüşmede küfürbazlar tarafından, Kılıçdaroğlu'na üzerinde ismi yazılı bir saz ile Buca'ya özgü tarhana ve üzüm hediye edilirken halkın payına da ettikleri galiz küfürler düşüyor.
TERS KÖŞE
ÇÖZÜM/DÜĞÜM SÜRECİ
Üç yıllık çözüm sürecinde bölge halkı kısmi bir rahatlama yaşarken hükümet de bölge insanının hakları noktasında emekleme vaziyetinde de olsa yol alıyordu.
TRT Kürdî'nin yayın hayatına başlaması, Kürtçenin seçmeli ders sayılması, yerleşim yerlerine eski adların verilmesi, boşaltılan köylerle ilgili dönüşler bu emekleme adımlarından birkaçıdır şüphesiz.
Bu adımlar da en çok örgütü rahatsız etti. Kürtçenin seçilmemesi için HDP halka baskı uygularken PKK de TRT Kürdî'de çalışanları ihanetle suçlamakta ve ihanetin örgütteki karşılığının ne olduğunu açıkça ifade etmekteydi.
Ancak aynı dönemde sürgün edilen polislerin doğuya sürülmesi gibi bir garabet de vardı.
İki ileri, bir geri vaziyette işler yürüyordu anlayacağınız.
İki ileri, bir geri biçiminde de olsa bölge halkında bu adımlar memnuniyet uyandırıyordu. Çünkü şimdiye kadarki bütün hükümetler "iki ileri, üç geri" biçiminde yol almışlardı ve her hükümet aldığından daha geri bir pozisyonda devrediyordu görevi.
Son on üç yılda işler kör topal ilerliyordu, ama ilerliyordu.
Topallığı devletin attığı yavaş adımlar olarak değerlendirin.
Ya körlük?
Körlüğü de talihi gibi basireti bağlanmış halk için düşünebilirsiniz.
Atılan tüm adımlara rağmen beş bine yakın insanın dağa götürülmesini görmemek, sayıları seksen binlerle ifade edilen silahların milis güçlerine dağıtılmasını fark etmemek, STK diye görüşülen dernek ve odaların örgütün payandası olduğunu bilmemek, sokak ve evlerin altına döşenen mayınları fark etmemek körlük değilse ihanet diye tanımlanır.
Evet, kendi halkına ihanet…
Hükümetin bu körlüğünü bir kenara bırakıp çözüm sürecinde dağa götürülen gençlerin hesabını soramayan Kürt aydını da ya aymazlık içindedir ya da ilhamını örgütten alan tetikçiden öte bir anlam ifade etmiyor.
Dağa giden gencin neyi düşündüğünü sorgulama gereği görmüyorum.
Halk, sokağında döşenen bombaya, kapısında kazılan hendeğe, yatak odasına bağlanan komşu bahçesine korkudan ses çıkaramasa da, içinden buğz etmiyorsa; bugün yaşadıklarından dolayı devleti suçladığı gibi örgütü de sorumlu tutmuyorsa, acı ama gerçek olan bir hakikati ifade etmek gerekir; bugün yaşadıkları yarın yaşayacaklarının teminatıdır.