Bütün bir ümmet olarak Ramazanı tutulan oruçlar, kılınan teravihler, okunan hatimler, yapılan dualar-beddualarla geride bıraktığımız yoğun bir aydan sonra bir şükür anlamında bayram yapıyoruz. İşte bayram Müslümanların böyle büyük kazanımları elde ettikten sonra yapılan bir şükür, bir sevinç merasimidir. Ramazanda bir ay boyunca getirilen kısıtlamaların yeniden önünün açılmasıyla güzel yemeklerle ziyafetler vermek, güzel kıyafetler içinde güler yüzle buluşmak ve ziyaretleşmek gibi duyguların bir arada yaşandığı bir etkinliktir bayram.
Ama ne yazık ki, ümmet olarak ve hemen hemen İslam coğrafyasının çoğu bu duygulardan yoksun ve içi buruk olarak bir bayram sathına daha giriyoruz. Irak, Suriye, Afganistan, Arakan, Mısır ve ümmetin sürekli kanayan yarası Gazze... Her tarafta kan, yıkım ve gözyaşı... Anaların feryadı, çocukların çığlığı ve yaralıların iniltileri... Ümmet baştanbaşa mateme bürünmüş, bombalar ölüm kusuyor, sokaklar ağlayan çocuklarla ve parçalanmış cesetlerle doluyken insanın içinden bayram edesi gelmiyor. Zalimler Müslümanlara bayramı haram ettikleri gibi, Allah da ebediyen onlara bayram yüzünü göstermesin!
Ancak her ne şekilde ve hangi şartlar altında olursak olalım yine de biz bayramı bayram olarak yapalım. Bayramın kitleler üzerinde derin bir etkisi ve heyecanı vardır. Zira bayram, Müslümanları birbirine bağlayan, birleştiren ve kaynaştıran en güçlü bir dinamizmdir. Bu dinamizmi her zaman canlı ve pozitif düzeyde tutmamız gerekir. Bizim bayramımız eğlenmekle değil, zorlukları göğüslemek, zor durumda olanların, yetimlerin, yoksulların ve gözü yaşlıların yanında olmak ve ortamlarına ortak olmaktır. Ancak o şekilde sevinir ve bayram yapabiliriz.
Bu itibarla, birilerinin kara bayram diye ilan ettikleri palavraların etkisinde kalarak bayramı bir yas veya eylem vasıtası yapanlara fırsat vermeyelim. İslam’da kara bayram diye bir şey yoktur. İçimiz buruk da olsa, dertli ve kederli de olsak yine bayramı bayram olarak yapalım. Dertlilerin, üzgünlerin ve yalnızların yanında görünerek onlarla birlikte bayram yapalım. Tüm iman ehliyle kucaklaşmak, dargınlarla barışıp helalleşmek için bunu bir fırsata dönüştürelim. Artık sen-ben kavgalarını, mezhep-meşrep taassubunu bir kenara bırakıp ümmetin vahdeti için omuz omuza vererek işgalci siyonizmee ve küresel emperyalizme karşı gücümüzü birleştirelim ve sesimizi birlikte yükseltelim.
Ancak çok önemli bir noktaya daha dikkatlerinizi çekmek istiyorum; sakın ha Ramazandan sonra tatile ayrılmak gibi bir yaklaşımdan sakınmak lazımdır. Zira İslam, insan hayatını sürekli bir denetim ve otokontrol altında tuttuğu gibi, pratik hayatta da süreklilik isteyen bir dindir. Müslüman kişi, efali mükellefin denilen İslam’ın hükümlerini, her zaman ve her yerde hayatında yaşamak zorundadır. Bu hükümler, süreklilik ve düzenlilik ister. İnançta olduğu gibi amelde de süreklilik esastır. Mevsimlik elbise gibi zamanı gelince giyilir, mevsimi geçince de çıkarılır tarzdan bir yaşam tarzı, İslam’ın öngördüğü kulluk anlayışına aykırıdır.
Bilmemiz gerekir ki, Allah’ın bizden istediği kulluk vazifesi, izine ayrılmak, tatil yapmak gibi bir davranışı asla kabul etmez. Hayatımızın son nefesine kadar bize farz kılınan şeyleri yapmakla; yasak kılınan şeylerden de sakınmakla yükümlüyüz. Ecelin ne zaman geleceği meçhul olduğuna göre bu iş gaflete de gelmez. Dolayısıyla yapmadığımız vazifeleri başka zamana ertelemek ihmale bırakmak da gafletten ve kendi kendimizi kandırmaktan başka bir şey değildir.
İbadette devamlılık esastır. Az da olsa en hayırlı amel, devamlı olanıdır. Elbette tüm hayırlı ameller için en bereketli ve en verimli zaman Ramazan Ayı’dır. Ama Ramazan’dan sonra da yapılması gereken başka işler vardır. Bu hususla ilgili Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam şöyle buyurur:
“Kim Ramazan’dan sonra hemen bayram gününü takiben altı gün oruç tutarsa bütün yılı oruç tutmuş gibi olur.” (Taberani)
Bu hadisi şeriften anlaşılıyor ki, Allah’ın Resulü sallallahu aleyhi vesellem, ümmetini bir hedeften hemen bir başka hedefe yöneltmiş, bir vazifeden bir başka vazifeye koşturmuştur. Yani Allah’ın onlara farz kıldığı ibadetlerden ayrı olarak bir de nafile ibadetlerle onları takviye etmiştir. Elbette Allah’ın kullardan istediği şey onlara farz kıldığı ibadetlerdir. Ama nafile ibadetlerle kullar Allah’ın rızasını kazanmaya ve en sevgili kullar olmaya hak kazanırlar. Bu hususla ilgili bir hadisi kutside şöyle buyrulmaktadır:
“Kulumdan istediğim ve onun ibadetinden bana en sevimli gelen şey, ona farz kıldığım ibadetleri eksiksiz olarak yerine getirmesidir. Eğe bunlardan artı olarak nafile ibadetleri de yaparsa o zaman o kulumun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum.” Yani kul ibadet çıtasını yükselttikçe o derece Allah’a yaklaşır ve yardımları o derece hızlı bir şekilde ona ulaşır, onun tüm hareketleri Allah’ın denetimi ve gözetimi altında olur.
O halde oruç, namaz ve zekât gibi farz ibadetleri eda ederken, nafile oruç, namaz ve infakları da unutmayalım. Zira nafile ibadetler, bizi günaha karşı daha korumalı ve sevaba karşı daha canlı, diri ve istekli tutmaya vesiledir.
Büyük hayırlar, bereketler ve mutluluklar dolu bir bayram geçirmenizi dilerken Gazze’deki savaşın Müslümanların zaferiyle sonuçlanması için fiili ve kavli dualarımızla onların yanında olmanız dileğiyle. Bayramınız çifte bayram olsun.