Bir yanda ‘Güvenlikli bölge’ statüsündeki garantörü Türkiye olan İdlib’e Rusya ve Baas rejimince yağdırılan bombalar ile can veren sivil halka rağmen takınılan tavır ve sessizce bir bekleyiş… Diğer yanda ‘Fırat’ın Doğusu’nda oluşturulmak istenen ‘Güvenli Bölge’ mutabakatında Amerika’nın Türkiye’yi oyalaması, kabul edilebilir değil. Amerika, PYD’nin Membiç’ten çıkarılmasının aşama aşama gerçekleşmesi için de Türkiye ile ortak devriye başlatmış ancak daha ileri bir adım atmayarak bir oyalama taktiği uyguladığını ortaya koymuştu. Şimdi ise Fırat’ın Doğusunda ‘Güvenli Bölge’ için uzunluğu 5 km. olarak belirlenen, sınırın sıfır noktasında bulunan köy ve şehirlerde PYD’nin hafif silahlı unsurlarının olacak olması ve aleyhte benzer uygulamalar gibi aslında Amerika’nın, himaye ettiği PYD’yi meşrulaştırma uğraşısının başarıya ulaşacağı izlenimi veriyor.
Amerika, Suriye topraklarında uzun bir süredir büyük bir hinlikle hummalı bir uğraşı içerisinde. Irak’ta 8 yıllık işgalle büyük bir yıkım gerçekleştiren ancak sonuç itibariyle kalıcı bir hegemonya, üs kuramayan ABD, istediği fırsatı Suriye’de yakaladı. Arap baharıyla başlayıp devam eden savaştan nasıl nemalanacağı hesaplarını iyi değerlendiren Amerika, A olmazsa B,C,D, seçeneklerine göre işgal yol haritasını takip etti.
Suriye’de savaşın sürmesiyle yapılan katliamların oluşturduğu travma başta işgalci israil’e yaradı. Siyonist çete rejimi, Filistin topraklarını daha rahat gasp etti. Dünya halkları, Suriye’de savaş varken Filistin’de toprakların gasp edilmesi ya da Gazze’de süren ambargoyla pek alakadar olmadı, duyarsız kalındı.
İran’ın BAAS rejimine destek çıktığı Suriye’de savaşın uzamasını arzulayan Amerika’nın hedefi, amaçları BAAS zulmüne başkaldırı olan Suriye halkının savaşını, mezhepsel bir zemine oturtarak çevre İslam ülkelere sıçratmaktı. Avrupa’dan Asya’dan, Arap ülkelerinden önünü açtıkları ne istediğini bilmeyen tekfir zihniyetli gençliği Suriye bataklığında telef etmek ve cihadi kavramları lekelemek de ayrı bir projenin işletilmesiydi.
Muhaliflerin BAAS rejimini Şam’a sıkıştırmasına kadar muhalif grupları destekleyen bir yol haritası izleyen Amerika, arada muhaliflere desteği kesip BAAS rejimine arka çıkması elbette savaşın uzamasını istemesindendi. Rusya’nın işin içine dahil olmasıyla savaşın seyri değişirken Amerika’nın artık daha akılcı bir yol izlemesi gerekirdi ki aksi takdirde Suriye’yi terk etmeliydi. Muhalifler arasında bulunan ancak BAAS rejimiyle çatışmayan, kürt halkının yoğunluklu olduğu bölgelerdeki topraklara hakim olmak isteyen, genel savaş devam ederken bile bulunduğu topraklarda mazlum Kürt halkına zulümler icra etmekten de çekinmeyen seküler bir zihniyete sahip PYD/PKK oluşumu, nihayet Amerika’nın dikkatini çekmeyi başarmıştı.
Ölen askerlerinin ülkelerine gönderilen tabutlarının oluşturduğu iç kamuoyu travması Amerika’yı ‘Ortadoğu cehennemi’nden derhal çekilmesi gerektiğine zorluyordu. Ancak paramiliter bir güç olarak PYD’nin öne çıkması Amerikan yönetiminin Türkiye, Irak, İran ve Suriye ile birlikte Akdeniz’e çıkabilen stratejik bir noktada önemli bir mevzi kazanacağı hissine sebep oldu. Arada Rusya’ya da göz kırpan PYD’yi himayesine alan Amerika, iki üç yıllık saha çalışması sonucu tarımın yapılabildiği, ülkenin yüzde 70 petrolünün bulunduğu topraklarda alt yapının oluşturulması sonrası lojistik destekle birlikte bölgeye ağır silahlar dahil 10 binin üzerinde tırla askeri anlamda büyük bir yığınak yaptı.
Irak’ta 15 bin işgal askerini tutabilmek için birden bire ortaya çıkan “DAEŞ’e karşı mücadele kapsamı”nda hareket başlatan Amerika, önünü almadığı! DAEŞ’in genişleyerek Suriye topraklarına geçmesine olanak sağlamasını şimdilerde daha iyi anlıyoruz. Rakka’nın sivil halkıyla birlikte katledilerek yerle bir edilmesi dünyanın umurunda bile değildi.
PYD’yi DAEŞ’e karşı etkin mücadelede bulunmaz hint kumaşı gören-gösteren Amerika, müttefiki Türkiye’ye rağmen PYD’yi “Ortak” konseptine oturttu. Trump’ın, “Onlar bizim için ölüyor” dediği PYD oluşumu için, ailelerinden zorla kopararak Amerika’nın kirli emelleri uğruna savaştırıp öldürttüğü binlerce Kürd gencinin pek bir önemi yoktu. Çünkü PYD’nin de nihai hedefi, Marksist/Leninist/ateist ve emperyalistleşen zihniyetin terennüm edeceği sözde bir devletçiğe kavuşmaktır.
Ancak evanjelist siyonist zihniyetin yönettiği Amerika’nın geleceğe dair hedefi; İslam birliğini oluşturması muhtemel Müslüman halkların yoğunluklu olduğu bu topraklarda bulunarak paramiliter güç olarak değerlendirdiği PYD eliyle bunu engellemenin ön hazırlığını yapıyor. Sorumluluk sahibi liderlerin İslam ümmetini böylesi girdaplardan düzlüğe çıkarmasının yolu ise; günübirlik hesaplar yerine Müslüman halkların geleceğini öngören cesur adımlar atmalarıdır.