Oğlunun, evlendikten sonra tamamen hanımının kontrolüne girdiğini belirten bayan okuyucumuz şöyle diyor:
“Dört oğlum iki kızım var. En büyük oğlum memur oldu. Geçen yıl, kocamın halası kızıyla evlendirdik. Hanımıyla beraber görev yapıyorlar. Oğlum, evlendikten sonra çok değişti. Beni hiç arayıp sormadığı gibi tam karısının kölesi oldu. Bu gelin beni yıktı. Oğlum, ona hiç toz kondurmuyor. Ben onun hatasını söylediğim zaman bana kızıyor, güya o doğru yapıyormuş ben yanlışmışım. Evlendikten sonra sadece iki bayramda geldiler. O zaman da gelin bırakmadı ki, oğlumla biraz muhabbet edelim, sanki çocuğu gibi oğlumu aldı götürdü. Oğlumu aradım, ‘bari senelik izinde gel bir hafta kal' dedim. Gelin ona bile izin vermedi, üç gün kendi anne babasında kaldılar, dört gün de tatile gittiler. Kışın oğlum hastalandı, aradım geleyim dedim, bana, ‘gel iyi olur' bile demediler.
Oğlum tarhanayı, erişteyi çok severdi. Ben de bunlardan ikişer üçer kilo hazırladım, kışın yesinler diye gönderdim. Oğlum telefon açtı, ‘hanım bunları sevmiyor, gönderme' dedi. Beyim de geçenlerde hastalandı, bir hafta hastanede yattı. Oğlum sadece telefonda aradı. Gelin, güya, sen gidersen ben yalnız kalamam filan demiş. Hem gelmiyor, hem de oğlumu göndermiyor. Benim çeyizi için koyduğum yeni yorganlar vardı, hepsini atmış, kendi kafasına göre başka satın almış. Annesiyle konuştum, onlar da kızlarına toz kondurmuyorlar. Ben bu uğursuz oğlumu mahvetti diye sürekli ağlıyorum, resmen hasta oldum. Kocam da, ‘buna sen sebep oldun' deyip bana kızıyor. Bir defa dayanamadım, ‘ben istedim ama, senin de halanın kızı' dedim. Böyle söyledim diye bana yapmadığı eziyet kalmadı. Sanki kolum kanadım kırıldı. Ne yapsam bilemedim?”
Özetlemeden, verilen örneklerin hepsini buraya alsak belki de üç sayfa tutacak.
Mevlana Hazretlerinin meşhur hikayesini hatırlayalım. Hani Mecnun deveye biner ve Leyla'sı için yola koyulur. Konakladığı yerde deve süratle geride kalan yavrusuna koşar. Mecnun o deve ile Leyla'sına, deve ise geldiği taraftaki yavrusuna kavuşma derdindedir.
Mecnun, ne kadar uğraşsa da bu deve ile yol gidemeyeceğini anlar ve onu serbest bırakır: “Ey deve! Sen yavrunun ben ise Leyla'nın derdindeyim. Bu şekilde biz birbirimizle yol arkadaşlığı yapamayız. Böyle giderse ikimiz de hedefe ulaşamayacağız. En doğrusu biz yollarımızı ayıralım.”
Varlığını adeta çocukları ile arasındaki etkileşime endeksleyen kimi annelerde, oğlunu bir başkasıyla asla paylaşmama gibi sağlıksız bir tutum geliştiğine dair çokça misal vardır. Ancak mezkur durumdaki anneler, oğlunun evliliğinden iki yıl sonra yavaş yavaş bu rahatsızlığı atlatıp normale dönmektedirler.
Dolayısıyla okuyucumuz bir süre daha, gelininin oğlunu elinden aldığına dair yaralayıcı örneklerin etrafında dönmeye devam edecektir. Burada, okuyucumuza, gelininin mesela kocasına böyle muhabbetle sahip çıkması gibi aslında iyi yönlerinin de olduğunu söylemek sonucu değiştirmeyecektir. Ancak bunu hatırlaması, bu süreçte kendisine ve oğluna verdiği zararı biraz hafifletebilir. O halde okuyucumuz, bir süre sonra doğal olarak hafifleyip unutulacak bu konuyu sürekli kendi iç sesi ile ve çevresi ile ‘ah vah' ederek konuşmak yerine, oğlunu kendisi arayıp sormaya devam etmeli, onlara dua etmelidir.
Zihnini başka şeylerle meşgul ederek, bir soruna kitlenip kalmamalıdır. Annesinden sevginin yanında nasihat de almış evlad öyle kolay kolay kalbini kırıp dağıtmaz. Yani öyle korkuların esiri olmaya gerek yok. Büyüklerden beklenen ise, affetmek, geniş olmak, gördüklerini, duyduklarını hayra yormak ve şefkat ve merhameti elden bırakmamaktır.
Peki bahsedilen yanlışlarda evladın suçu yok mu? İlla ki, erkeğin de, eşinin de yaptıkları kabul edilemez ve kader-i ilahi dediğimiz hayat, bir şekilde onları bu yaptıklarının sonuçlarıyla yüzleştirecektir. Birilerinin de bu konuda kendilerini uygun biçimde ikaz etmesi gerekir.
Dua bekleriz.