Geçenlerde birkaç genç ile oturmuştum. Selam kelam faslından sonra 'neler yaptıklarını' sordum. Bir dokundum bin ah işittim. İş bulma noktasındaki ümitsizliğin, geleceğe dair karamsar ve umutsuz bekleyişin şahidi olmanın üzüntüsü içerisine girdim. Mevcut şartların hepimizi ciddi bir şekilde zorladığı ve geleceğe dair planlamalarımızı yeniden gözden geçirme zaruretini ortaya koyduğu şu salgın sürecinde; gençlerin geleceğe dair beklentilerinde tamamen umutsuz bir tablo ortaya koymaları, gidişatın hiç de hayra alamet bir yolda olmadığını ortaya koymaktadır.
Gençlerden biri 'ders çalışmayı bıraktığını, işe girmek için adam/dayı bulmak için uğraştığını' söyledi. Bir diğeri 'üniversite mezunu olduğunu, girdiği yazılı sınavlarda iyi puanlar aldığını, ancak mülakatlarda hep elendiğini ve kendisinden çok daha düşük puan almış olan bazılarının mülakat ile işe yerleştiğini' söyledi. Bir diğeri, çok çarpıcı bir ifadeyle beni adeta şok etti. Sözlerinde yakında, bir kuruma personel alınacağını ve para ile şimdiden kimlerin alınacağının belirlendiğini iddia etti.
Söylenenleri ibretle dinledim. Bütün bunların çok uçuk iddialar olduğunu söyledim ve mümkün olmayacağını ifade etmeye çalıştım. Ancak gençlerin, kendilerinden emin bir şekilde 'bu dillendirmede' bulunmaları doğrusu beni ürpertti. Gidişatın, gençlerin hayallerinde açtığı derin yaranın ve geleceğe yönelik umutsuz donakalışlarını müşahede ettim. Gençleri, bu şekilde düşünmeye sevk eden sürecin nasıl oluştuğunu anlamlandırmaya çalıştım.
Hukukun üstünlüğünün terk edilerek, kişilerin/güçlülerin hukukunun öncelenmesi, denetleme ve teftiş mekanizmasının yine kişilere ve yapılara göre şekil değiştirmesi, parası ve torpili olanların ancak işe girebileceği algısı, bu olumsuz tablonun en önemli ayaklarını oluşturmaktadır. Gelinen noktada, bu olumsuz tablolar gençlerin hayatlarında acı dolu ve hüzünlü 'bir kahırla' yer edinmiş durumdadır.
Öncelikle gençlerin bu şekilde düşünüyor olması, geleceğimiz açısından endişe verici bir sürecin toplum hayatımızı kasıp kavurmakta olduğunu göstermektedir. Buna sebep olanların, elbette bu toplumun ve dolayısıyla gençlerimizin hayallerini yıkmaya amaç edinmiş bir avuç hırsız, ahlaksız ve kural tanımaz muhterislerdir. Bunların toplumu kaosa sürüklediklerini görmemiz gerekmektedir.
Adalet mekanizması yeniden 'hukukun üstünlüğü' prensibiyle inşa edilmezse, denetim mekanizması adil ve şeffaf bir şekilde acil olarak işletilmezse; toplumsal felaketimizin, gençlerin umutsuzluğundan daha büyük bir tehlike olarak bizi çöküşe götüreceğini anlamamız gerekir. Gençler umutsuzluğa düşmüşse, adalete olan güven ortadan kalkmışsa ve iş bulmanın paraya endekslendiği kahredici bir tablo bizi esir almışsa, azgın rant çetecilerinin dışında herkes kaybetmiş demektir.
Oysa gençlerin düş haritası şöyle olmalıydı: "Adil bir yönetim altında, iş sahibi olmak, üretimde bulunmak, refaha kavuşmak ve toplumsal huzurun asıl bir elemanı olarak, hayatını emin adımlarla sürdürmekti." Bunlar çok uçuk düşler değildir. İnsan hak ve hürriyetlerinin güvence altında olduğu, hukukun üstünlüğünün, insanın onur ve haysiyetinin teminat altında bulunduğu hemen her yerde bu türden istekler hayal değil, hayatın rutin işleridir.
Gençlerin içerisinde umutlu olduğu bir ülke daha değerlidir. Gençlerin adil bir şekilde iş bulduğu bir ülke daha güvenli ve itibarlıdır. Gençlerin üretken ve mutlu olduğu bir ülke daha müreffeh ve vazgeçilmezdir. Ve her bireyin inanarak sahip çıktığı ve hizmet ettiği bir ülke, dünyanın en güçlü ülkesidir.