Yerel seçimler için hazırlıklar yapılırken, tartışmalar merkezi alanda yoğunlaşıyor.
Muhalefet tümüyle yolsuzluk iddiaları üzerinden bir politika geliştirirken, hükümet ise mesaisini “paralel yapı” üzerinden harcıyor.
Hesaplar Ak Parti hükümetinin oy oranının % 40’ın altında çıkması ihtimaline göre yapılıyor. Eğer bu hesap tutarsa iç ve dışta topyekûn bir saldırı söz konusu olabilir.
Bir de işin diğer boyutu var.
HSYK düzenlemesi Anayasa mahkemesinde bir kazaya uğramaz, hükümet de 30 Mart seçimlerinde oy oranı olarak % 45’in altına düşmezse seçim sonrası büyük bir operasyon dalgası gelebilir.
Gülen grubu “örgüt” kapsamında değerlendirilirse bağlantılardan dolayı iş dünyasından siyasete, yargıdan bürokrasiye kadar geniş bir alan bu operasyondan etkilenebilir.
Hükümete yakın çevreler tablonun netleştiğini, flu bir alanın kalmadığını iddia ediyorlar.
Gülen grubundan sızan bilgiler de bir seferberlik halinin yaşandığını gösteriyor. Seçim stratejisi olarak “Ak Parti kazanmasın da kim kazanırsa kazansın” tezi öne çıkmış durumda. Seçim bölgelerinde Ak Parti karşısında hangi parti güçlüyse onu destekleme görüşü ağırlık kazanıyor. CHP ya da MHP fark etmiyor.
Bu tartışmaların arasında “yerel seçim” meselesi nerdeyse unutuluyor.
Evet, neticede siyasi bir arena var; ama yarış “Yerel” alanla ilgili olacak.
Aslında “yerel”in de “siyaset”in de anlam kargaşasına kurban edildiği bir dönemdeyiz.
İşin aslına bakarsanız bu konuda da bir fikir birliği yoktur.
Yalçın Akdoğan “siyaset”i şöyle tanımlar: “Hükümet etme, halkın idare edilmesi, kamusal ve siyasal alanın düzenlenmesi…”
Y. Akdoğan’dan aktararak devam edelim:
David Easton’a göre siyaset değer ve imkanların iktidar tarafından dağıtılmasıdır.
Harold Laswell siyaset için “Kimin, nerede, ne zaman, ne elde edeceğinin belirlenmesidir” der.
İngiliz devlet adamı Benjamin d’israili, pratiğe bakıp bir siyaset tanımı yapıyor: “İnsanları aldatma yoluyla yönetme sanatıdır.”
Bu tanımlara bakarsak elitistlerin, liberallerin, muhafazakarların kendilerine göre tanımlar ürettiğini görebiliriz.
Karl Marx, “Siyasi gücü sadece organize bir sınıfın diğerleri üzerinde baskı kurması” olarak tanımlar.
Bu tanım da tam olarak yerine oturdu, sanırım.
Organize çetelerin taş, molotof ve bombalarla “diğerleri” üzerinde baskı kurmak istemesinin mantığını bu tanımda aramak gerekir.
Evet, siyaset bir organizasyon işidir. Organize bir çalışma ile kaosun önüne geçilmesi, refah ve kalkınma çabası önemli hedeflerdir.
İslami anlamda siyaset, insanların dünya ve ahiret saadeti için alan açmaktır.
Bu siyasetin yöntem ve araçları tarih boyunca tartışılmış; ama esaslarda ittifak edilmiştir.
Meseleyi siyah-beyaz keskinliğinde ele alanlar olduğu gibi lokal düzenleme ve düzelmelerden söz edenler de maslahatı esas alıp o çerçevede yorumlarda bulunanlar da olmuştur.
Gelelim yerel siyasete.
Az önceki tanımları güç ve ölçekleri göz önünde bulundurarak tekrarlayabiliriz.
Yerel siyasetin dili yerel; ama ufku yerel olmamalıdır.
Yerel kültür ve değerleri iyi ve doğru bir şekilde tanımak önemlidir elbette. Ufkun yerel alanda kalması ise beraberinde donukluğu getirir.
Adayların belirlenmesi sürecinde partilerin bunları ciddi biçimde göz önüne almadığı kanaatindeyiz. Tabii asıl sorun başta da belirttiğimiz gibi bu seçime has olarak seçimin yerel, siyasetin ise genel alanda yapılmasıdır.
Partiler de adayları belirlerken ideolojik sebeplerden ya da sıcak tartışma ortamından etkilendiler.
Diğer partilerden söz ettik.
Hür Dava Partisinin ise sıcak tartışma ortamına fazla dalmadan dengeli bir yol izlediğini görüyoruz.
Aday belirlemede yereli ve kollektif aklın meydana getireceği artıları hesap etmişler.
Başkasına göre konumlanmamak, kendi gündemini takip etmek, yerel şartları iyi tahlil etmek önemli ayrıntılar olarak zikredilebilir.
Konu uzadı, alanımız ise sınırlı.
Hüda Par adaylarının özellikleri ile ilgili ayrıntıları inşaallah sonraki yazılarda paylaşmaya devam edeceğiz.