Din, nasihat; Hz. Peygamber (sav) de en büyük nasihatçi değil mi? Resulullah (sav) etrafında usulca oturmuş sahabeler. Pür dikkat onu dinlemekteler… Mübarek dudaklarından çıkan her söz onlar için yerine getirilmesi gereken bir emir, bir kaide ve prensip… Uğruna canlarını feda ettikleri dava anlayışlarıydı bu… Ah bile demeden kendini ateşe atan kelebeğin aşkında saklı olan sırdı bu. Onları (ashabı) gökteki yıldız yapan değerin sebebiydi bu. Onlar onu (sav), o da onları çok ama çok seviyordu. Düşkündü onlara. Ve de tüm ümmetine… “Şanım hakkı için, size kendinizden öyle (izzetli) bir peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir. Size düşkündür. Mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.”[1] Bu dünyada sıkıntı çekmelerini istemediği gibi ahirette ise hiç istemiyordu. Onun için oturtmuş etrafına, doğru yolu, hakikatleri ve kurtuluş vesilesi olacak amelleri hatırlatıyor. Hem de öyle kimsenin anlamayacağı şekilde değil, herkesin hatta bizim bile bugün anlayacağımız tarzda açık ve yalın bir dille anlatarak.
Öyleyse ümmetinin âcizane fertleri olarak biz de manen o zamana gidelim. Kendimizi o halkanın içinde olmasa bile etrafında dizüstü oturmuş olarak gözlerimizi gözlerine dikerek, o mübarek dudaklarından dökülen sözlerin muhatabı addederek, kabul eden bir dinlemeyle kulak kesilelim:
Hz. Peygamber bir gün sahabilerine, “Herhangi birinizin ailesi, malı ve amelleriyle neye benzediğini biliyor musunuz?” diye sordular. Sahabiler de “Allah ve O’nun Resulü daha iyi bilir” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdular: “Sizin herhangi birinizin mali, ailesi ve amelleriyle olan meselesi şu üç kardeşli adamın meselesine benzer: Adamın birinin üç kardeşi vardı. Bu kişi vefat edeceği sırada kardeşlerinden birini çağırarak ‘Gördüğün gibi artık ölüyorum. Aramızda bu kadar senelik bir kardeşlik vardır. Peki, söyle bakalım bu kardeşlik gereği benim için ne yapacaksın?’ dedi. Kardeşi de şunları söyledi: ‘Hastalığın süresince sana bakar ve seni hiç yalnız bırakmam. Öldüğünde de seni yıkar, kefenler, kabrine varıncaya kadar tabutunu taşırım. Daha sonra da seni hayırla yâdeder ve soranlara methederim’. Bu kardeşi, o kişinin ailesidir. Söyleyin bakalım bu kardeşi nasıl buluyorsunuz?’ Sahabiler ‘Ey Allah’ın Resulü! Onu pek yararlı bir olarak görmüyoruz’ dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber sözlerini şöyle sürdürdüler: ‘Ölüm döşeğinde yatmakta olan o kişi, ikinci kardeşini çağırarak ona ‘Benim ölmek üzere olduğumu görüyorsun. Aramızda bunca senelik kardeşlik ve hukuk vardır. Bunun gereği olarak benim için ne yapacaksın?’ dedi. O da ‘Sana ancak diriler arasında bulunduğun sürece herhangi bir faydam dokunabilir. Öldüğünde yollarımız ayrılacak, sen başka bense daha başka bir yola gideceğiz. Bu durumda senin için ne yapabilirim ki?’ cevabını verdi. İşte bu kardeşi de onun malıdır. Bu kardeşi nasıl buluyorsunuz?’. Sahabiler ‘Ey Allah’ın Resulü! Biz bunu da pek yararlı biri olarak görmüyoruz’ dediler. Hz. Peygamber de devamla şunları söylediler: ‘Ölüm döşeğindeki adam üçüncü kardeşine ‘Görüyorsun ki ölüyorum. Ailemin ve sahip olduğum malımın verdikleri cevabı da duydun. Peki sen kardeşlik gereği benim için ne yapacaksın?’ dedi. Üçüncü kardeş de şunları söyledi: ‘Ben onlara benzemem. Kabre girdiğinde ve tek başına kaldığında sana yoldaşlık yaparım. Tartı ve hesap gününde terazinin hasenat (iyilikler) kefesini ağırlaştırırım’. Sahabiler buna ‘Ey Allah’ın Resulü! O güzel bir kardeş ve iyi bir arkadaştır’ karşılığını verdiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber ‘İşte gerçek kardeş budur’ buyurdular. O zaman Abdullah b. Kürz adlı sahabi kalkarak ‘Ey Allah’ın Resulü! İzin verirseniz bu anlattıklarınızı şiirleştireyim’ dedi. Hz. Peygamber de ‘İzin veriyorum’ buyurdular. Abdullah b. Kürz o geceyi evinde geçirerek ertesi gün Hz. Peygamber’in huzuruna çıktı. Sahabiler de oraya topladılar. Abdullah şu şiiri okudu: ‘Ben, ailesi, malı ve elleriyle yaptığı ameller olmak üzere üç kardeşi olan ve öleceği sırada onları çağırarak kendilerine şöyle diyen kişi gibiyim: ‘Bugün başıma gelen şu çetin gün de bana yardımcı olunuz. Bu gün çok uzun ve korkunç bir ayrılığın başlangıcıdır. Bu konuda bana ne gibi bir yardımda bulunabilirsiniz?’. Bunun üzerine kardeşlerden biri şöyle dedi: ‘Ben, hayatta olduğun sürece sana itaat eder ve her dediğini yaparım. Fakat ayrılık vakti geldiğinde senin için hiçbir şey yapamam. Eğer benden bir şey isteyeceksen şimdi istemelisin. Çünkü seninle birlikte gelecek olsam birçok tehlikelere atılmış olurum. Eğer gidecek olursan sakın beni arkanda bırakma. Ölmeden önce beni, halini ıslah etmek için harcamalısın’. İkinci kardeşse şunları söyledi: ‘Ben seni cidden sever ve fazilet bakımından diğerlerinden üstün tutarım. Senin için yorulur ve sana nasihat ederim. Ancak Ölüm geldiğinde senin için ona karşı koyamam; bu konuda elimden ağlamaktan başka bir şey gelmez. Evet, vefat ettiğinde hıçkıra hıçkıra ağlar, soran olduğunda seni överim. Cenazene katılıp diğerleriyle birlikte seni son ikametgâhına kadar taşırım. Oraya yerleştiğinde evime geri dönerek sanki hiçbir şey olmamışçasına ve seninle aramızda dostluk ve kardeşlik yokmuşçasına işimin başına geçerim’. İşte bu kardeş o kişinin ailesidir, birincisi ise onun malıydı. Bu ikisinin ölen kişiye en ufak bir faydaları dokunmadı. Sıra üçüncü kardeşe geldiğinde o şunları söyledi: ‘Ben senin için gerçek bir kardeşimdir. Korkunç ve tehlikeli anlarında benim gibi bir dost ve kardeş bulamazsın. Kabrinde seni yalnız bırakmam ve her türlü tehlikeye karşı savunurum. Kıyamet gününde hesaplar görülürken hasenatını artırmak için terazinin kefesine otururum. Bunun için de sakın beni unutma ve kıymetimi bil. Çünkü ben senin için daima şefkatli ve seni hiç bir zaman mahcup etmeyecek bir nasihatçiyim’. İşte bu kardeş de insanın kendisi için önden gönderdiği salih amelleridir. İnsan yaptığı iyilikleri ahirette bulacaktır”. Bu şiiri dinleyen Hz. Peygamber ve onunla birlikte orada bulunan sahabiler ağladılar. Daha sonraları Müslümanlar Abdullah’ı yanlarına çağırtıp ona bu şiiri okutarak ağlarlardı.[2]
Aile ve malın imtihan vesilesi olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Şeytanın insanları onlarla aldattığı, onlarla sırat−ı müstakimden saptırdığı birer badiredir bunlar. Müslümanların ahirete doğru ömür tüketirken yolda ayaklarının takılıp düştüğü ve kendilerini ökçeleri üzerine gerisin geri döndüren engellerdir bunlar. “Dünya hayatı sadece oyun ve oyalanmadır; ahiret yurdu, sakınanlar için daha iyidir. Düşünmüyor musunuz?”[3]
Hâsıl−ı kelam, O (sav)’nun sözü üzerine söz söylemek abes ve fazlalıktan başka bir şey olmayacaktır. Öyleyse bu dünyadan göçüp kabrimizde yalnız başımıza kaldığımızda, tartı ve hesap gününde terazimizin hasenat (iyilikler) kefesini ağırlaştıracak salih ameller işlemeye gayret ve devam edelim. Biraz daha çaba, biraz daha emek, biraz daha dişlerimizi sıkarak muhkemleştirelim. Nur üstüne nur kılalım.
İnzar Dergisi
[1] Tevbe: 128
[2] Hayat−us Sahabe, 4. Cild (Yusuf Kandehlevi)
[3] En’am: 32