Şu bir gerçektir ki, bir toplum; kendi bünyesinden ne kadar güzel şahsiyetler çıkarırsa, medeniyet alanında da o kadar gelişme ve terakkiye doğru yol alır. Dolayısıyla bir millet, kendi bünyesinden çıkardığı seçkin şahsiyetleri sevip sayması, onlar hakkında bir takım beklentilerde bulunması ve onlar üzerinden bir takım hesaplara girmesi muhakkaktır. Onlarla diğer milletlere karşı kendilerine üstünlük payesini çıkaracağı gibi, onlarla övünüp iftihar da ederler.
Ancak bütün bunlar, o şahsiyetlerin toplumun mevcut değerlerine karşı saygılı olması, gelenek ve inançlarına aykırı davranmaması kaydıyla... Ama toplumun mevcut değer ve yargılarıyla bir muhalefetleri söz konusu olunca, bir de bakarsın ki, o güne kadar kendisiyle iftihar edip durduğu ve övmekle bitiremediği kişiyi –sanki o değilmiş gibi- bir anda gözden çıkarıyor, en ağır dille eleştiriyor ve en çirkin vasıflarla itham ediyorlar.
İnsanların en seçkin şahsiyetleri olan peygamberlerin hayatı, bu gerçeğin yansıtılması açısından en bariz bir örnektir. Peygamberlerin, risaletten önceki hayatlarına baktığınız zaman, kavim içinde en seçkin ve güvenilir kişiler olduğunu göreceksiniz. Ama tebliğ dönemi başlar başlamaz toplumun mevcut değerlerini korumakta olan muhafazakârlarla karşı karşıya geldiklerini, Aralarında ciddi tartışmaların ve kesin ayrışmaların başlandığını göreceksiniz. İşte bu meyanda Salih aleyhisselamın, kavmiyle yaşadığı bir tablo:
“Ey Salih bundan önce sen aramızda gerçekten kendisinden iyilikler umulan bir kimse idin. Şimdi atalarımızın taptıklarına tapmaktan bizi vazgeçirmek mi istiyorsun?”
“Salih: Ey kavmim görüşünüz nedir bana söyler misiniz? Eğer ben Rabbimden apaçık bir delil üzerinde bulunuyor isem ve O bana katından bir rahmet vermiş ise, Ona isyan edecek olursam o takdirde Ona karşı kim bana yardım edecektir? O halde, siz bana zarardan başka bir şey artırmıyorsunuz.” (Hud: 62–63)
Aslında bu yaklaşım, batıl cephesinin her zamanki değişmez bir karakteridir. Tarihin tekerrür etmesiyle nüksedecek olan bu karakterin de zaman zaman tekerrür ettiğini görmekteyiz. Muhtelif dönemlerde, farklı kimlik ve biçimlerle sürekli hakkın karşısına dikildiğini, Semud kavminde olduğu gibi, Kureyş kavminde de aynen sahneye çıktığını görmekteyiz. Günümüzde ise daha modern kılık ve sloganlarla boy gösterdiğine şahit oluyoruz.
Tarih sahnesinde bu şekilde tekerrür etmesinin nedeni zaman ve mekâna değil, ortam ve şartlara bağlıdır. Ortam ve şartları ne zaman ve nerede tahakkuk ederlerse o da tekerrür eder durur. Nitekim günümüz cahili toplumların temsilcileri de nice İslami şahsiyetleri ve hareket mensuplarını yakalayıp zindanlara tıkadıktan sonra haklarında aynı kampanyayı yürütmektedirler:
“Ne kadar yazık, çok yazık… Bunlar hep toplumun en zeki ve en kabiliyetli insanları… En güzel okulları kazanmış insanlar... Devletin ve milletin bunlara ihtiyacı vardı. Devletin en üst kademelerinde yer almaları ve toplumun kendilerinden istifade etmesi gerekirdi. Ama ne yazık ki, dini taassupları yüzünden terör kurbanı olup gitmişler. Ömürleri zindanlarda çürümekte ve geride bir sürü insan da kendilerinden dolayı mağdur olmuş durumda” diyorlar.
Dikkat edilirse bu tabirlerin eskisi ile yenisi arasında pek fark gözükmemektedir. Söyleniş tarzları aynı olmazsa da içerik ve mana itibariyle aynıdır. Çoğu kez buna bizzat kendimiz şahit olduğumuz için, Kimileri gerçekten samimiyetinden, kimileri de kininden söylemektedir. Ancak niyetleri ne olursa olsun mesele Müslümanları basit ve hakir gösterme meselesidir.
Sırf İslam’ın hükümlerini hayatlarında yaşadığı için, zindana atılan âlimler, aydınlar ve öğrenciler elbette toplumun en zeki ve en ileri görüşlüleridirler. Ve elbette toplumun önderleri olması bunların hakkıdır. Ancak İslam’ın özünden aldıkları ilim ve irfanla, İslam’dan inhiraf etmiş beşeri sistemleri revize etmek, onlar üzerine bir şeyler bina etmek bunların şanı değildir. Bilakis, peygamber varisliğine yakışırcasına Allah’ın dininden aldıkları öğretileri inanmakla birlikte pratiklerinde de yaşamak istiyor ve herkesi buna davet ediyorlar. Aslında onların topluma faydalı olacakları ve rehberlik edeceklerinin en güzel yolu budur. Çünkü onlar, miras olarak aldıkları Kutsi emaneti, sahibinin gösterdiği yolda ancak kullanabilirler. Yoksa emanete ihanet etmiş olurlar.
Ne var ki, onlar bu kutlu görevi ifa etmeye çalışırken başlarındaki beşeri düzenlerle sorunlar başlıyor, peygamberlerin maruz kaldığı iftiralardan onlar da payını almaktan kurtulamıyorlar. Bazen en ağır zülüm ve işkence çeşitleriyle ve hatta ölümle karşı karşıya kalabilirler. Dahası peygamberler gibi kötü insan ve tehlikeli potansiyel ilan edilebilirler. Bütün bunlara rağmen yüklendikleri davalarından asla taviz vermemeli ve Hz. Salih’in kavmine söylediği iradeyi ortaya koyabilmelidirler.
Doğruhaber Gazetesi