Güneş sisteminde Mars ile Jüpiter arasında yer alan kuşağın, kütle ve konum itibariyle, dünyadaki hayat için mükemmel bir şekilde yaratıldığı ortaya kondu.
Son yapılan bir araştırmaya göre, bir gezegende hayat olabilmesi için yıldız sistemindeki asteroit kuşağının dahi belli bir kütlede ve belli bir konumda olması gerekiyor.
Colorado Üniversitesi’nde NASA’da Sagan bursuyla çalışan Rebecca Martin ile Baltimore Uzay Teleskobu Enstitüsü’nden Mario Livio’nun araştırmasında yıldız sistemlerinde hayatın var olabilmesi için içerdikleri asteroit kuşağının önemi ortaya kondu.
Araştırmaya göre sadece asteroit kuşağının yeri ve konumu değil aynı zamanda kuşağın hemen dışında da Jüpiter büyüklüğünde bir gezegende bulunması gerekiyor.
Kıyamet senaryolarının baş aktörlerinden sayılan asteroitlerin bilimsel çevrelerde tersine bir ünü bulunuyor. Özellikle gezegenlere suyun göklerden inmesinde asteroitlerin rolü bilimsel açıdan yaygın olarak kabul ediliyor.
Bilim insanları bugüne kadarki gözlemlerde keşfedilen güneş-dışı Jüpiter büyüklüğündeki gezegenleri incelemişler. Ancak çok az ve nadir sistemin dünya gibi bir kaya gezegende hayata izin verebilecek şekilde doğru konumda Jüpiter benzeri bir gezegene sahip olabileceğini bulmuşlar. Araştırmacılardan Martin, “Araştırmamız güneş sistemimizin çok özel olduğunu gösteriyor” diyor.
Martin ve Livio, Jüpiter-benzeri bir gezegenin yakınında asteroit kuşağının bulunmasının bir “şans” olamayacağını söylüyorlar. Güneş sistemimizde Mars ile Jüpiter arasında yer alan asteroit kuşağı, milyonlarca kaya parçasından oluşuyor ve tam olarak “kış hattında” yer alıyor. Bu hat, su buzunun asteroitler üzerinde erimeden kalabilmesine olanak sağlıyor. Ayrıca böyle bir hattın varlığı sayesinde güneş sistemimiz yaratılırken Jüpiter benzeri büyük gezegenlerin oluşabilmesi için yeterli malzemeyi de sağlıyor.
Jüpiter’in hemen bu “kış hattının” kenarında oluşmasıyla, gezegenin çekimiyle Mars’ın ötesinde başka bir gezegenin oluşması engellenmiş oluyor. Ayrıca Jüpiter’in varlığı bu kuşak içerisinde kayaların birbiriyle çarpışarak ufalanmasını sağlıyor.
Livio bu özel durumu şu sözlerle açıklıyor: “Böylesi ideal koşullar için Jüpiter gibi dev bir gezegenin asteroit kuşağının hemen dışında ve azcık yer değiştirmiş olmasına ihtiyacınız var. Ancak kuşağın içinden hareket etmemeli. Eğer Jüpiter gibi bir gezegen kuşağın içinde hareket ederse, tüm malzemeyi dağıtırdı. Öte yandan hiç yer değiştirmezse o zaman da asteroit kütlesi çok fazla olurdu. Çok fazla asteroit bombardımanı olacağı için hiçbir zaman hayat olmazdı”.
Güneş sistemi yaratılırken, asteroit kuşağında bir dünya kadar materyal bulunduğu ancak Jüpiter’in varlığı ve güneşe doğru yer değiştirmesi, bu malzemenin dağılmasına neden oldu. Bugün Asteroid Kuşağı, ilk kütlesinin sadece yüzde 1’ine sahip bulunuyor. Bu özelliği ile dünyadaki hayatın var olabilmesi için mükemmel bir düzen de kurulmuş oluyor.
Şu ana kadar keşfedilen 520 dev gezegenden sadece 19’u bu kış hattının dışında yer alıyor. Ayrıca iç gezegenlerden birinde hayatı mümkün kılacak bir asteroit kuşağına sahip sistemlerin oranı ise sadece %4.