1971 yılında İstanbul Beykoz'da dünyaya gelen Turgut Tunç, Anadolu'yu keşfetmek ve bölgelere ait lezzetleri yerinde tatmak amacıyla 7 arkadaşıyla birlikte kendilerine "Gezgin Gurmeyiz" ismini vererek bir tura çıktı.
Gittiği bir lokantada yemek yerken televizyonda Afrika kıtasına ait yoksulluğu gösteren bir sahneye denk gelen Tunç, o günden sonra yediği nimetlerin hesabını verememekten korkarak yardım gönüllüsü olmaya karar verdi.
2012 yılında başladığı yardım faaliyetleri kapsamında Afrika, Asya, Balkanlar ve Ortadoğu'da yaklaşık 30 ülkeye giden Tunç, muhtaçlara su kuyusu açmak, sağlık hizmeti götürmek, çocuklara oyuncak, kıyafet, eğitim materyali ulaştırmak, gıda ulaştırmak gibi birçok faaliyetin içerisinde yer aldı.
Yaptığı çalışmalarla gönül köprüleri kuran Tunç'un hayat hikâyesiyle Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde doktora öğrencilerine de ders olarak okutuldu.
"2012 yılının Kurban Bayramı'nda hiç dil bilmeden Habeşistan'a gittim"
9 yıldır sürdürdüğü yardım çalışmaları ile ilgili konuşan Turgut Tunç, "Cennet vatanımızın her tarafı ayrı bir güzellik. Aynı zamanda her noktasında ayrı bir lezzet var. Bunları keşfetmek için uçak ve otobüs biletleri kampanyalarını takip ederek Anadolu'yu keşfe çıkmaya başladık. 7 arkadaş "Gezgin Gurmeyiz" diye bir grup kurduk. Güney Anadolu'da bir kebap sofrasında biz etleri hunharca götürürken açlıktan ölen inanların haberi ekranda dönüyordu. Boğazımız düğümlendi. Bunların bir hesabı var, böyle olmaz! Bir şeyler yapmalıyız dedik. Oradan İstanbul'a döndüğümde o ülkenin neresi olduğunu araştırdım ve Etiyopya (Habeşistan) olduğunu öğrendim. 2012 yılının Kurban Bayramı'nda hiç dil bilmeden sırt çantamı alarak yola çıktım. İl kurban organizasyonunu uçakta tanıştığım İsviçre'den gelen bir yardım kuruluşluya birlikte yaptım. Yaklaşık 10 yıldır aynı ekiple birlikte hareket ediyoruz." dedi.
"Paranız olmasa bile en büyük iyiliği yapabilme potansiyeline sahip olabilirsiniz"
Tunç, "Çalıştığınız yerlerden emekli olabilirsiniz ama bu işin emekliliği yok. Gençlik Spor Bakanlığı'nın düzenlediği programlar kapsamında lise ve üniversitelere söyleşilere gidiyoruz. Onlara 'sizden bir ricam var. Evden çıkarken cüzdanlarınızı unutsanız da vicdanlarınızı unutmayın. O sizi yanlış yola götürmez' diyorum. İyilik yapmak için paraya elbette ihtiyaç olabilir ama hiç imkân olmasa bile belki de en büyük iyiliği yapabilme potansiyeline sahip olabilirsiniz. Bir hafta sonu Pazar alışverişi yapmış yaşlı birilerine eşyalarını taşımada yardımcı olmanız ve onların size yaptığı dua sizi tahmin edemeyeceğiniz yerlere getirebilir." diye konuştu.
Etiyopya ile başladığı yarım çalışmalarını Senegal, Mali, Gine, Malavi, Tanzanya, Uganda, Kamerun, Çad, Nijer, Balkanlarda Arnavutluk, Makedonya, Asya'da Filipinler, Endonezya, Türki cumhuriyetlerden Gürcistan, Azerbaycan ve Suriye'de de sürdüren Tunç, tanıklık ettiğini çok farklı hikâyeleri 'Yazmayı sevmiyorum ama anlatacak çok hikâye var' adlı kitapta topladı.
"Aldığınız bir hayır duasının sizi nereye getirebileceği, nelerden koruyabileceğini bilemezsiniz"
Tanıklı ettiği 2 farklı hayat hikâyesini anlatan Tunç, ibret alınması gereken hikâyeleri şu şekilde aktardı:
"İbrahim İsa adında bir kardeşimizin bombardımanda gözleri yanmıştı ve görme yetisini kaybetmişti. Mercek nakli olursa yeniden görebileceği umudunun olduğunu öğrendik. Uçak biletini alarak yanında bir refakatçi ile Hatay'dan İstanbul'a getirdik. Özel bir hastanede yurt dışından getirilen mercekle ameliyatını yaptırdık. Ameliyattan sonra 9 buçuk aylık bebeğini ilk defa gördü. Sonra doktor bir gözü için de ileri düzeyde bir gözlük verdi. Veznecilerde bir gözlükçü arkadaşa gittik. O da durumu bildiği için destek oldu. İbrahim İsa gözlükçü adaşı İbrahim'e dedi ki, "Allah seni darda bırakmasın. İnsanların eyvah dediği anda melekler sana kanat gersin' diye dua etti. Çok geçmeden Veznecilerde, İbrahim'in dükkânının önünde bir bombalı araç patlatıldı. Komşuları ve amcası patlama anında dışarda oldukları için patlama sonrasında dükkâna girmek istemiyorlar. Çünkü her yer toz duman, camlar tuz buz olmuş. Öldüğünü düşünerek görmek istemiyorlar. İçeriye girdiklerinde İbrahim'in üzerinde tek toz, tek bir cam kırığı olmadığını görüyorlar. Sadece patlama anında İbrahim İsa'nın kendisine yaptığı duanın kulaklarında çınladığını hissettiğini söylüyor.
"Osmanlı'dan gelen bir sorumluluğumuz var"
Her bölgede ayrı bir hikâye. Etiyopya'da Necaşi hazretlerinin kabrini ziyarete gidiyoruz. Minibüs ile giderken kenarda taşların içerisinde bir şeyler ekmeye çalışan bir adam gördük. Selamün aleyküm deyip herkes bulduğu bir taşa oturdu. Selam vermemiz kendisini şaşırttı. Beyaz ve Müslüman. Emin olmak istedi ve Kur'an-ı Kerimden birkaç ayet okumamızı istedi. Çünkü daha önce bu toprakla gelip 'sizdenim' diyenler ya dinimizi ya da elimizdekileri istedi. Arkadaşlardan biri öne çıkıp birkaç ayet okuyunca öyle bir sarıldı ki kemiklerimizi kıracaktı. Adamın dilinden dökülenler yürekleri yaralayacak ve kendimizi bulmamıza vesile olacak cümlelerdi. Dedi ki, 'Allah'ım ne olur benim canımı şimdi al ve ömrümü bu beyaz Müslümana ver. Benim kendim ve evlatlarım için yapabilecek bir şeyim yok. Bu insanlar benim için, evlatlarım için, kabilem için buralara kadar gelmişler. Onlar Kurban Bayramı günü ailelerini bırakıp buralara gelmişler. Onlar için canımı feda ediyorum.' O yüzden yaptığımız belki biraz kurban, biraz kumanya, birkaç katarak ve sünnet olabilir ama aslından bundan ibaret değildir. Osmanlı'dan bu yana bir misyonumuz var. Ümmet coğrafyasında bir sorumluluğumuz var. Bizim o sorumluluk ve bilinçle hareket etmemiz, 'komşusu açken tok yatan bizden değildir' düsturunu kendimize şiar edinmeliyiz."