Balyoz davası sonuçlandığında beklenen gürültü oluşmadı.
Bilgin Balanlı’nın eşi, “Silivri meydan muharebesinde 325 şehit verdik” dedi ve mücadeleye devam dedi; ama görüntü darbecilerin yenilgiyi kabul ettikleri şeklindeydi.
“İntikam” diye bağıranların varlığı da marjinaliteye örnek olarak gösterildi.
Ergenekon davası ise devam ediyor.
Burası daha kritik bir yer. Burada hem basın, hem siyaset hem de sermaye kesimi yargılanıyor.
Çok ilginç olaylar yaşanabiliyor.
Mesela Ergenekon davasının “Deniz” kod adlı “gizli tanığı” kendini açığa vurmuş, kimliğini deşifre etmiş.
Meğer bu gizli tanık “Parmaksız Zeki” kod adıyla yıllarca Pkk komutanlığı yapıp çok sayıda cinayete sebep olan Şemdin Sakık’mış.
Sırrı Sakık’ın üvey kardeşi Şemmo işte.
Sakık’ın kendini unutturmamak için başvurmadığı yol yok neredeyse.
Irak Kürdistan’ında yakalanıp Türkiye’ye getirildiğinde 28 Şubat’ın en dumanlı günleriydi.
Sakık, itirafçı olmuştu.
Dönemin güçleri tarafından her türlü operasyonda kullanıldı Sakık.
Özel kuvvetlerle beraber operasyona da götürüldü, basın ve siyasilerin andıçlanmasında da kullanıldı.
Ergenekon davasının “gizli tanığı” imiş Pkk itirafçısı Şemdin Sakık.
Sadece Pkk ile ilgili konuşursa gizli tanık olarak sözleri belki bir anlam ifade ederdi; ama başka konulara da giriyor Sakık.
Mesela İran’ı suçluyor. “İran örgüte para aktarıyor mu diye soruyorlar. İran neredeyse uçak verecekti bize.” diyor.
İran’ın bunu yapıp yapmadığını bilmiyorum; ama sözün zamanlaması ve söyleyen şahıs dikkatimi çekiyor.
Bahsettiği dönem 1993’ler ve o dönem örgütte çok önemli bir yerde Şemdin Sakık.
Yani eğer İran silah vermişse gerçekten de bunu bilecek birkaç kişiden biridir.
İşte Sakık’a bu sözü söyletenler sözün etkisini artırmak için kimliğinin açıklanmasının daha iyi olacağını düşündüler.
Bir “gizli tanığın” söyleyecekleri fazla etki yapmazdı.
Bir de zamanlama var tabii.
Sakık, neden birkaç sene önce böyle bir şey söylemedi?
Organizatörler birçok şeyi hesaba katmışlar anlaşılan.
Türkiye-İran ilişkilerinin Suriye meselesi yüzünden gergin olduğu bir dönemi uygun gördüler.
Bir siyaset belirlemeye ya da hükümeti belirlenmiş bir siyasete uymaya zorlamak istiyorlar.
Bu arada bir itirafçı yüzünden Ergenekon davasının da sulanması ihtimali de vardır ve sanırım bunu da hesaba katmışlardır.
Ulusalcı Arslan Bulut, duruma tepki gösterip “Öcalan’ı tanık yapın” dedi mesela.
Davayı bir yerden itibaren bitirmek istiyorlar; ama davalı taraf sert ve keskin üslubundan vazgeçmediği için dava sürüncemede kalıyor.
Diğer gizli tanıkların isminin deşifre olması durumunda davanın ne hale gelebileceğini siz düşünün.
Çünkü gizli tanıklar pek de muteber tipler değil.
Mesela şöyle bir örnekten söz edelim.
Dua Yayıncılıktan çıkan “Hizbullah Ana Davası Savunmalar” isimli bir kitap vardı.
Kitap tümüyle mahkemede verilen sanık savunmalarından ibaretti.
Sanıklardan Cemal Tutar, savunmasında, Ergenekon davasının gizli tanıklarından birinin iddialarına cevap verdikten sonra onun bir itirafçı olduğunu söylüyor ve kimliğini deşifre ediyor.
Cemal Tutar’ın savunmasındaki bu ifadesi tutanaklara geçiyor ve mahkeme heyeti tepki göstermiyor.
“Savunmalar” kitap haline gelince savcılık tarafından soruşturma başlatıldı.
Sebep, “Ergenekon davasının gizli tanığının ismini deşifre etmek” olarak belirtildi.
Demek ki bu suçmuş.
Acaba şimdi savcılık Şemdin Sakık hakkında da “Gizli tanığın kimliğini deşifre etmekten” dava açar mı, merak ediyorum.
Açmazsa ne mi olur?
“Hukuk garabeti”, “çifte standart” gibi klişe laflar kullanmıyorum.
Diğer gizli tanıklar “Benim kafam kel mi” deyip Şemdin’le aynı yola başvursalar ne olacak sonra?
Dava iyice sulanacak.
Bir de Tuncay Güney’in kimin projesi olduğu ortaya çıkarsa ortalığı sel alır.
Ergenekon’dan çıkış başlar.
Kılavuzun da bir bozkurt olmasına gerek yok, Oslo’dan Silivri’ye bir kişi kaydırılırsa yeterli olur.
Sonra ne mi olur?
İklim değişir, Akdeniz olur.
Öyle diyordu Kemal Burkay.