Gökdelenler dikildikçe yere battık, yere sevdalandık Şeyda. Şehrin görüntüsü göğe yükseldikçe maneviyat dibe çöktü. Oysa bizim dirilişimiz mağaralardan başlamalı değil miydi Şeyda? Gökyüzü, küçük bir mekânla temasa geçerken, biz mekânımızı göğe yükselttikçe mi dirilişi yayacağız benliklere. Hayır Şeyda! Önceliğe maddiyatı koymak, maneviyatı sonralığa taşımaktır.
Gökdelenler Şeyda… Niye göğü delerler, bu neyin yarışıdır ve kime karşıdır? Binalar yükseldikçe insanlık yerin dibine geçiyorsa burada kazanan kimdir? İnsanlık ölürse bir ülke gelişimi kan kaybeder, ölür.
Aya yerden bakmak güzeldir, yüksekten bakmak değil! İnsan uzak olduğu yere bakar en çok. Gökdelenlere çıkmış bir insanın yeryüzüne bakması, gökyüzüne bakmasından daha hızlı olmaz mı? İnsanın gönül gözü gökyüzüne sevdalı ve derin bir nefes almak için gökyüzü arayışı içinde olurken, göğü delecek kadar büyük olan yükseklerden yeryüzüne bakmakta neyin nesidir. Baktıkça insan bu deni olan dünya içinde maneviyat buhranları geçirir.
Yerden göğe merdiven düşlemek mi, yoksa gökten yere merdiven indirmeyi hayal etmek mi güzeldir? Katlar yükseldikçe göğe çıkmak değil, yere inme sevdasına tutulur insan. Oysa bildiğin, gördüğün bir mekâna yani dünyaya tekrar düşmeyi mi hedef edinir insan? Oysa görmediğimiz hayaller üstü bir gayb âlemini düşünmek varken... Bak işte gördün mü Şeyda, olayı sağdan okuyorum soldan okuyorum tersten okuyorum hep aynı sonuç! Bu gökdelenler bizi dünyaya bağlıyor. En yüksek katından en aşağı şekilde asansör görevi gören bir bağlayışla...
En yüksek kattan yeryüzüne inmeye alıştıkça göğün yüksekliğini düşünür mü hiç insan? Mal ve güzellik ihtişamıyla dünya güzelliği artarken, hep daha yenisini biriktirmeye, bir başka kat daha yapmaya hırslı olmaz mı beşer? Gelişmişlik ilericilik açısından güzeldir fakat hiç te samimi değildir Şeyda. Eğer kalbi dünyalığa bağlıyorsa bırakalım yerin dibine batsın. Şehrin hepsi ömrümüz kadar olacak evlerle harmanlansın.
Sahi Şeyda ömrümüzden daha fazla yaptığımız evler daha kaç sene yaşar?
Oysa diriliş mağaralardan başlamıştı. İnsanı muhatap alan en değerli vahiy mağarada buluşuyordu beşerle. Biz dünyanın çekiciliğinden uzak kaldıkça diriliriz. Ashab-ı Kehf yarenleri de mağarayı kendilerine en kral mekân yaparlarken dirilmemişler miydi? En güzel sarayı, en güzel şehri bırakıp mağarayı mesken edinmemişler miydi? Onlar inançlarını yaşayamadıkları için kaçmışlardı o şehirden. Fakat ya bizler? İnancımızı yaşamakta özgür olduğumuz halde bu gökdelenler gizli bir hırsız misali sağ taraftan yaklaşımlı ibadetlerimizi (kulluğumuzu) çalmıyor mu sanki?
Şehrin en büyük gökdeleninin yanına sıradan mütevazı bir ev yapalım, ortasına da bir mezar yerleştirelim. Gideceğimiz yer olan mezara, en çok hangisi benzer Şeyda? Mütevazi olan ev değil mi?... Peki tersten okuyup soruyu şöyle soralım. Gideceğimiz yeri en çok ne unutturur Şeyda? Gökdelenler değil mi?...
Gökdelenin yanına mezar yapıldığında bu kadar sırıtıyorsa, bu kişinin ahmaklığıdır. Mezar ötesi gideceği yeri güzelleştirme derdinde olması gerekirken, gidici olan insan arkasında ne bırakıyor ve bıraktığı en ‘güzelden' mezar gibi ‘toprak altına' girmek ister mi? Peki ya istemediği şeyi hatırlamak ister mi? İşte Şeyda böylece gökdelenli dünya içerisinde hatırına bile düşmeyecek olan ölüm, hayattaki kulluk gayesini yerine getirir mi?
Ne çok sual var Şeyda dünya-ahiret eksenli. Söz konusu dünya çekiciliği olan soruların cevabı hep olumsuzdur. Ahirete dönük bir hüsran içerir cevaplar. Her soru kendi içinde keskin cevabı içerir aslında. En nihayetinde bu gökdelenler bizi dünyaya bağlayan, maneviyatımızı öldürüp maddeye önem veren bir ahenge sokar. Meşguliyetimiz, amaç ve gayemizi gösterir. Amaç ve hedefler dünyalığı baş tarafa koyarken, ruhun maneviyatını kim doyurur.
Gökyüzüne bakmalarımız ‘sonsuzluğu' müjdeler ve buradan bir gün göç edeceğimizi hatırlatırken, ‘teslim' olmak en güzelidir. Gökyüzüne gözlerimiz kapalı olur ve bir ‘tefekkür' payesi biçemezsek gözlerimiz gösterişli şatafatlı ev katmanlı dünyaya doyar. Bu doyma sonucu açlığımız ve özlemimiz ‘sonsuzluğa' karşı olmazsa kulluk noksan kalır.
Bir şehri güzelleştirmek gökdelenlerle değil, İnsanın kâmil ahlakıyla olmalıdır Şeyda. İslam ahlakını fertler yaşadıkça ve bu yaşama toplumlara taştıkça medeniyet gelir. Medeniyet; ilericilik, gelişmişliği her açıdan içinde barındıran bir yaşamdır. Öyleyse işe maddiyattan değil, ruhtan başlanılmalı Şeyda.
Gökdelelenler var olup, insanlık ölmüşse bu bir trajikomik hale bürünür. Biz bu trajik halin en dip noktasındayız. Dünyayı güzelleştirme adına, düşünce ve yaşayışımız bir devrim niteliğine bürünmeli ki ‘dirilişimiz' gerçekçi olsun.
Çünkü Şeyda Dirilişimiz Mağaralardan başlamıştı bizim. Ve Mağaralardan bir medeniyet inşa etmişti bu maneviyat...