Ya Rabbi! Esma ve sıfatlarının azametlerinin hakkı için, kalbimizin üzerindeki gaflet perdesini kaldır. Gönül evimizi marifetinin nuruyla ışıklandır. Seni bilmeye giden yolları bize göster. Sana kul olmada önümüzdeki nefis ve şeytan engellerini kaldır. Sen dilediğini yapan Kadir ve Cebbar’sın.
Gönüller marifetullahın has bahçeleri olmalıdır. “Ben yere göğe sığmam, ama mümin kulumun kalbine sığarım” ferman-ı İlahisi bize bu müjdeyi veriyor. O halde hemen işe koyulmalı ve orada O’na ait olmayan ne varsa söküp atmalıyız.
Haydi, bu has bahçeyi Allah-u Teala’nın güzel isimleri ve kemal sıfatlarının fidanlığına dönüştürelim. Nasıl mı? Rabbimizin bir ismini hakkıyla tanırsak, meyvedar bir fidan dikmiş oluruz gönül bahçemize. Böylece şenlendirmiş oluruz o bahçeyi, marifetullahın rengârenk çiçekleriyle. Gönlümüzün ancak böyle bir bahçeyle ferahlayacağını bilmeliyiz. Gönlümüzü Allah’ı bilme, onu tanıma ve sevmeyle doldurmalıyız; O’nsuz bir gönül neye yarar ki?
Neden bu kolay ve sürurlu işi hemen yapmıyoruz ki? Neden atalet ve tembellik örtülerinin altında hâlâ uyuklamadayız ki? Yoksa bu dünyada yapmamız gereken biricik iş bu değil mi?
Bir düşünün hele!.. Bir peygamber iken Allah kelimesi zikredildiğinde kalbi bir kuş gibi titrer de haşyete düşüp ağlar… Ki Hz. Yahya (as)’nın Allah zikrini her duyduğunda ağladığı ve kimi zaman bayıldığı rivayet edilir. Neden İki Cihan Efendisi (sav), günde yetmiş defa, yüz defa istiğfar eder, Allah’a sığınırdı? Çünkü onlar, Allah-u Teala’yı en iyi tanıyan ve hayatın anlam ve gayesini en iyi bilenlerdi. Çünkü bu dünyada biricik iş bu… Çünkü hayatın anlamı, Allah’ı bilme ve O’nu bulmadadır da ondan… Çünkü yüzü, yönü, pusulasının ibresi Allah’a dönük olmayan bir hayatın sahibi alıp verdiği her nefesle sadece cehenneme biraz daha yaklaşır ve eline yanmaktan başka bir sonuç geçmez.
Biricik rahmet ve şifa kaynağını bulmak ve O’na yakınlaşmak; işte bütün mesele bu…
“Allah’ı bulan ne kaybetmiş ki ve O’nu kaybeden ne bulmuş ki?!”
İşte en büyük mesele… İşte hayatın anlamı… Bunu anlayanlar gerçek bir hayatı elde etmişlerdir ancak…
Velayetin piri, irfan şehrinin kapısı Hz. Ali (ra), Allah-u Teala’yı bulmuştu ve artık Allah-u Teala dışındaki şeylere ihtiyaç hissetmiyordu ki yedi yamalı hırkalar giyiyor, hayatının her anını Allah’ı zikir ve taat ile geçiriyor, başka şeylerle meşgul olmaktan nefsini men ediyordu.
Hz. Mevlana bunu çok iyi anlamıştı ki gönlünde yaktığı aşk ve irfan ateşine durmadan yakacak taşıyor, o ateşin alevleri etrafında pervane pervane dönüp masiva arzulardan kaçınıyor, kaçındırıyordu.
Hz. Gavs-ı Geylani’nin yirmi yıl çöllerde uzlette, mağaralarda kendini Allah’tan gayrı her şeyden beri kılmak için çile doldurduğu rivayet edilir.
Yunus’un hikâyesine hepimiz aşinayız zaten. Her ne kadar aşinalığımız yüzeysel ve sloganik olsa da Yunus’un aşkının onu, Allah’tan başkasını tanımayacak boyuta vardırdığını dünyanın dört bir yanında her dinden ve ırktan insanlar artık biliyor. Yunus’un:
“Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver onları
Bana seni gerek, seni”
Mısralarında ektiği irfan ve aşk tohumları bugün bile bu yolun saliklerine bir ışık kaynağı olmaya devam etmektedir.
Evet, yüz yirmi dört bin peygamber, milyonları aşkın peygamber dostu veli zatlar ki bu zatların insanlık ağacının en seçkin meyveleri olduklarına şeytan dahi itiraz edemez ve bunların en akıllı, en zeki ve en yüce değerlere sahip hayat tarzıyla yaşadıklarını en inatçı kâfirler bile tasdik eder; bu örnek ve önder şahsiyetlerin hepsi bu her yönüyle üstün vasıflarına rağmen niçin sadece, “Allah” demişler de O’nun yanına ikinci bir hedef koymamış hiçbirisi? Ki her biri bir efsane olup çıkmıştır. Onlar efsanevi birer kahraman mı, yoksa biz mi insanlıktan çıkıp vahşiliğin derinliklerinde kaybolduk da onları ulaşılması güç efsaneler olarak algılıyoruz? Hayır! Hayır! Onlar masal değiller ve insanüstü olmadılar hiçbir zaman. Biz insan altı olduk da dumanlı, sisli, karanlık badiyelerin en çukur muhitlerinde hayatı kokuşturuyoruz.
Sayıları, çok şükür ki, her gün artan sadık müminleri tenzih ederek söylüyorum ki; biz ibreyi şaşırdık, yolu karıştırdık, kıbleyi tersyüz ettik, hedeften uzaklaştıkça uzaklaştık. Ta ki dünya, sekenesiyle beraber baştanbaşa sefahat ve sefaletkonduya dönüştü. İnsanlık namına hiçbir değer ayakta tutunamadı, tutunduramadık. Değersizlik, yargısızlık, şekilsizlik, çirkinlik, ufunet hafakanları bastı, her karış toprağı ve her bir kupkuru kesilen kalbi. Boş hayaller, dünyevi zevk ve arzular karabasan olup çöktü üzerimize. Uyuyamaz olduk ve uyutmaz olduk, her bir can taşıyan kimseyi. Her yan zulmet, zulüm, vahşetle doldu. Çeşmelerden kan akıyor, nehirler ateş akıtıyor. Çiçekler, ağaçlar zehirli yapraklar döküyor ovalara. İnsanlık can çekişiyor.
Siz bu son manzarayı masallarda bile duyduklarına inanır mısınız, evvelki salih kulların? İnsandan, böyle bir canavar türeyeceğine masal uyduranlar bile ihtimal verebilmişler miydi acaba?
Bunları başımıza ne getirdi? İnsanlık romanının sonu niçin böyle hazin oldu?
Marifetullah ağacı insanlık bahçesinde kurudu da ondan. Rabb-ı Kerim unutuldu, Rabb-ı Mün’im terk edildi. Onun yerine putlar ve putlaştıranlar koyduk gönlümüze. Zakkumi küfür fidanları diktik gönül bahçemize.
Eskiden çocuğumuz doğar doğmaz kulağına ezan okur, mevlitler verir, sadakalar dağıtırdık. Allah rızasına uygun yetişmesi ve Allah’a kullukta kusur etmemesi için dua edip yakarırdık. Şimdi Allah’ın yasakladığı her şeyle daha ilk günden itibaren çocuğumuzu tanıştırıyor, Allah’tan başka her şeyi ona öğretiyoruz. Haram lokmalarla büyütüyor, haram yollara teşvik ediyoruz. Etini, kemiğini, hayallerini, ufkunu haramla doldurduğumuz bu çocuk büyüyünce neye benzer dersiniz? İşte bu canavar, kendi elimizle büyütüp semizleştirdiğimiz canavar! Nasıl, boyunu-posunu beğendiniz mi? Artık nur topu gibi bir çocuğumuz oldu, diyemiyoruz herhalde. Peki, ne diyoruz? Zehir topu mu, ateş topu mu?
Bunları biz yaptık, biz ettik, ne ettiysek de kendimize ettik. Yazık ettik ve de kendimizi mahvettik.
Şimdi ne yapmalı? Bunalımlarımızı yorgan yapıp altında cehennemde gözümüzü açmak üzere derin bir gaflet ve sarhoşluk uykusuna mı yatmalı? Yoksa kurtuluşa ve dirilişe götüren bir uyanışa mı gözlerimizi açmalı? Elbette ki uyanmalıyız ve yapmamız gereken şeyi yapmalıyız. Yani küfür bataklığından hızla ve büyük adımlarla uzaklaşmalı ve imanın merdivenlerini görüp tırmanmalıyız.
Yön belli, kıble belli, amaç belli ve kutlu hedefe giden yol belli. Kafa karışıklığına gerek yok. Kaosa, çelişkiye, varyantlara, saplantıya yer yok. Durum, vaziyet ortada. İnsanlık gemisinin nereden geldiği belli, nereye gitmesi gerektiği aşikâr… Bu geminin marifetullah rotasından şaşmaması gerekiyor. Ta ki Rahmetullah kıyılarına demir atsın.
İnsanlığın tüm sancılarını sadece marifetullah dindirir. Allah’ı bulup tanıma ve O’na yönelmenin dışında insanın kaotik gönül boşluğunu dolduracak, insana sürur ve hayat verecek, onu eksiksiz bir şekilde tatmin edecek bir şey yok.
Uzun uzun düşünüp bunalımlar labirentinde bocalamaya ne hacet?.. Sen yaratıldın madem, bul seni yaratanı! Sonra da O’nu güzelce tanı ki göreceksin O, her şeyden ve herkesten en sevgili… “O’nu nasıl ve nereden tanıyabilirim?” diye de endişe etme. Zaten O seni, kendisini tanıyasın, diye yarattı. Bu nedenle kendisini her insanın kolayca tanıyacağı şekilde tanıttı. O’nu, O’nun yüce kelamı Kur’an-ı Kerim’de tanıyabilirsin. Zaten yüce kitabı, kullarına O’nu tanısınlar diye, Peygamberi vasıtasıyla göndermedi mi? Haydi aç, oku da bak, kendisini nasıl tanıtıyor?..
“O çokça bağışlayandır, merhamet sahibidir. O doğru yola iletendir. Yaratan ve şekil verendir. Ayıpları, kusurları örtendir. Mü’minlerin dostudur, kâfirlerin düşmanıdır. Hayat veren, öldüren ve tekrar dirilten O’dur. Sonsuz kuvvet ve kudret sahibidir. Dualara icabet eden, tövbeleri kabul edendir. Dostlarının yardımcısıdır. Düşmanlarından intikam alandır. O’nun ilmi her şeyi kuşatmıştır…” ve böylece tanıtıyor, tanıtıyor, tanıtıyor…
Daha mı istiyorsun? Peki, daha başka evrene bak, kâinata görebilen gözlerle bak. Karış karış gözünü gezdir kâinat, memleketinde. Her karışında Rabbini tanıtacak izler, emareler, parıltılar göreceksin. Rabbin, kendisini her zerrede nasıl tanıttığına şahit olacaksın.
Daha mı istiyorsun? Daha başka kendine bak. Vücut memleketinin her bir zerresinde marifetullah kitabının yaldızlı yazılarını göreceksin. İnatçı olma da gözlerini aç ve bak. Ruhunun derinliklerine bak. Kalp gözünü açık tut. Zaten sen, Allah’ın isimlerine bir aynasın. Yüce Allah (cc) kendi cemalini kâinat ve insanlık aynasından seyrediyor. Seni O’nun güzel isimlerine ve kemal sıfatlarına aynadarlık yapasın, diye yarattı. Bu muhteşem aynayı küfür, nifak ve isyanın pis çamurlarıyla kirletme. Ki kararıp ışığı sönmesin ve seni karanlığın korkunçluğunda bırakmasın.
Allah’ı tanımayan göz kördür. O’nu bulmayan kalp, kupkuru bir odun parçasından farksızdır. O’na doğru yürümeyen ayaklar kötürüm sayılır. O’na açılmayan eller ateş avuçlamaktadırlar. O’nun zikrinden mahrum diller, sadece çirkin birer et parçasıdırlar.
O’nu bulmak her şeyi bulmaktır. O’nun sevgi ve rızasını elde eden, kâinatı tümüyle elde etmiştir. O’nu bulan ebediyeti bulmuş ve kendisine verilen “İnsanlık” makam ve unvanını ebedileştirmiştir.
Bu yazımızı Esma-ul Hüsna’dan bir veya ikisinin izahatına ayırmıştık. Ama dertleşme arzusu ağır bastı da kalem, yine içinden geldiği gibi akıttı mürekkebini. Biz de kalemin hatırını kırmadık. Ve doğrusu Rabbimizi tanımak ve O’nun arifi olabilmek için öncelikle, bir parça şevk ve iştiyak hâsıl olması lazım gelir, diye düşünüyorum. O şevk ve iştiyak hâsıl olsa, Rabbimizi tanıtacak, Esma-ul Hüsna’nın izahatını yapacak çok değerli eserler mevcut zaten. Ama önce, niçin Rabbimizi tanımamız gerektiği bilinci oluşmalı. Niçin her insanın arif olması gerekir? Sorusunun cevabı ruhumuzun derinliklerinde yankılanmalı ki, bize o cevap şevk ve heyecan versin. Sonra gayret ve azimet rüzgârını arkamıza alıp rıza okyanusuna yelken açabilelim.
İnsanlığın uzun zamandır sırtını çevirdiği güneşe yüzünü döndürme vaktinin geldiğini düşünüyorum. Umudum her insanın özellikle her mü'minin gönül memleketini yemyeşil marifetullah bahçesine çevirmesi yönünde… Gözlerim, insanlık ufkunda kaybolan güneşin doğuşunu pür dikkat beklemede… Sevdam, insandan yana, insanın imtihanı başarıyla vermesinden yana… Duam, sizin ve bizim için! Allah size yar olsun.
İnzar Dergisi