Arapça’da “açma, yol gösterme, hüküm verme, galibiyet ve zafere ulaştırma” anlamlarına gelen fetih, terim olarak İslâm’da meşrû görülen savaşlar hakkında cihad kelimesine benzer şekilde, Müslümanların gayrimüslimlerden gerçekleştirdikleri toprak kazançlarını tarihte ve günümüzde bilinen diğer istilâ ve sömürü savaşlarından ayırmak amacıyla kullanılmıştır.
Ancak burada kelimenin yalnız maddî yönden fetih mânası taşıdığı söylenemez; kelime öncelikle ve daha çok, kalbi ve aklı İslâm gerçeğine açmak, ikinci olarak da İslâm mesajının önündeki engelleri kaldırmak, insanın kalbine ve aklına ulaşmayı mümkün kılacak ortamı hazırlamak anlamına gelir.
Türkiye Yazarlar Birliği Batman Şube Başkanı ve Akademisyen Şemsettin Dursun, fetih ve fetih sonrası halkların elde ettiği kültür, medeniyet ve bilgil birikimiyle ilgili İLKHA'ya değerlendirmelerde bulundu.
İslam ordularının fethettiği bölgeleri yabancı güçlerin zulümlerinden kurtardığını ve o bölge halklarını inanç ve düşüncelerinde serbest bıraktığını söyleyen Dursun, fetihlerden sonra Müslüman davetçilerin, bölge halklarının gönüllerine hitap ederek, İslam'a girmelerine yönelik süreci başlattıklarını ifade etti.
Müslüman fatihlerin, fethettikleri ülkelerde İslam dinini kesinlikle halklara zorla dayatmadığının altını çizen Dursun, o bölgelerde yaşayan halkların İslam'ı kabul etmelerinin bir gönül hareketi sayesinde gerçekleştiğini belirtti.
Başta Kürdler olmak üzere fetihlerden önce bölge halklarının cehalet ve geri kalmışlık içinde bulunduğunu, yabancı güçlerin zulüm ve sömürüsü altında olduğunu dile getiren Dursun, Kürdlerin ve diğer mazlum halkların kalkınmayı, medeniyeti ve özgürlüğü İslam'da bulduğuna dikkat çekti. Dursun, İslam'a sarılan her milletin aziz olacağının altını çizdi.
"Fetihlerdeki temel strateji o bölgeyi işgalden kurtarmak"
Dursun, "Fetih kelimesi 'açmak' demektir. Peygamber Efendimiz ve Ashabı Kiramın ordularının gittikleri yerlerde iki strateji ortaya koymuşlardır. Strateji şudur: O beldeyi, bölgeyi, ülkeyi işgalden kurtarmak ve halkı kendi dinlerinde, düşüncelerinde serbest bırakmak. Temel hedef budur. Dolayısıyla bu manada gerek dünyanın diğer bölgelerindeki fetihler gerekse de bölgemizdeki fetihler bu stratejiler üzerine bina oldukları, inşa oldukları bir realitedir. İslam orduları Hazreti Ömer döneminde bölgeye geldiler. İyaz Bin Ganem komutası altındaki ordular önce Cizre bölgesinden fetihlere başladı. Kısa bir zaman içerisinde orası fethedilir. Bu, hicri 18'nci yıl. Hicri 19'uncu yılda ise Fırat ve Dicle arasında bulunan, içinde Cizre, Şanlıurfa, Diyarbakır, Musul'un da olduğu bu bölge tamamen İslam ordularının hâkimiyeti altına girer." dedi.
"Fetihten sonra halk fevç fevç İslam'a girer"
Fetihten sonra gönüllerin fethinin başladığına işaret eden Dursun, "Fetihten sonraki aşamada İslam tebliğcileri İslam'ı anlatırlar, yani gönüllerin ve yüreklerin fethi bu aşamadan sonra başlar. Fetih başlamadan önce Ortodoks'un hâkimiyeti altındaki bölge büyük bir baskı altında ve çok enteresandır o dönem Ortodoks hâkimiyeti altındaki Süryaniler, 'Gelin bizi bunların zulmünden kurtarınız.' diyerek Hazreti Ömer'den yardım talep ederler. Ve İyaz Bin Ganem komutasındaki ordu bölgeyi bu şekilde fetheder. Fetihten sonra artık halk fevç fevç İslam'a girer. İslam'ın o güzelliği, muazzamlığı ortaya çıkınca tabi insanların İslam ile müşerref olması onlara yepyeni bir ufuk açmaktadır." ifadelerini kullandı.
"İslam geldi, dünyanın en aziz milleti olduk"
Dursun, şunları söyledi: "Hazreti Ömer derki, 'Bizler İslam'dan önce cahiliye dönemindeyken dünyanın en rezil milletiydik. Ama İslam, Peygamber geldi, İslam'a tutunduk, Kur'an'a sarıldık ve dünyanın en aziz milleti olduk.' Hazreti Ömer döneminde İslam devleti ne kadar da çok yayılmıştı. İslam bu arada 3 kıtaya hâkim oluyor. Bu düşünceyle aziz olan Arap toplumunun liderliğinde İslam, İspanya'dan başlayarak Mısır, Cezayir, Suriye, Irak, Hicaz vesaire yerlere kadar yayılır."
"İslam'a tutunan her millet aziz oldu"
İslam’a tutunan her milletin aziz olduklarını aktaran Dursun, şunları kaydetti:
"Türkler de İslam'a tutunarak, İslam'a sarılarak Selçuklular ve Osmanlılar döneminde 3 kıtaya hâkim oldular. Onlar da İslam'a tutunduktan sonra dünyanın en aziz milleti oldu. Sonraki dönemde bizim pirimiz, ceddimiz olan Selahaddin-i Eyyubi komutasında kurulan Eyyubi Devleti ile beraber Kürdler de İslam'a tutunarak, ona sığınarak, sarılarak dünyanın en aziz milleti oldular. Ve onlar da 2 kıtaya hâkim oluyorlar. Selahaddin-i Eyyubi sadece Kudüs Fatihi değildir. Mısır Fatihidir, Sudan'a kadar gidiyor; Sudan, Mısır, Suriye, Irak, Hicaz, Yemen ve Silvan'a kadar bu coğrafya tümüyle Selahaddin-i Eyyubi’nin kurduğu Eyyubi Devletidir. Selahaddin-i Eyyubi İslam'ı mükemmel yaşayan, dünya çapında hem manevi yönde hem ilmi yönde hem de aynı askeri yönde büyük bir liderdir. Dolayısıyla İslam'a tutunan hangi millet, toplum, ırk olursa olsun onlar ancak aziz oldular. Ama İslam'dan kopunca, uzaklaşınca, İslam ile alakalarını kestikçe yavaş yavaş o azizlik yerini rezilliğe bıraktı."
"Kürdler özgürlüğü İslam'da buldu"
İslam öncesi bölgedeki durumu anlatan Dursun, gönüllere hitap ettiği için Kürdlerin özgürlüğü İslam'da bulduğunu kaydederek şöyle konuştu:
"O dönemde bölgede genelde şehirlerde Süryaniler kalır, Kürdler de vardır ama çok azdır. Genellikle Kürdlerin büyük çoğunluğu kırsal kesimde kalmaktadır. Kürdlerin şecaatleri mert oluşlarıdır. İslam gönüllere hitap ettiği için, gönüllerin dini olduğu için Kürdler özgürlüğü orada buldular. Kürdlere baskı yapılmamış. Bazılarının iddia ettiği gibi gerek Hıristiyanlar, gerek Süryaniler gerekse de Kürdler'e İslam hiçbir zaman dayatılmamıştır. Bölge işgalden kurtarılıp İslam'ın hâkimiyeti altına girdikten sonraki aşamada, o tebliğ sırasında İslam'ın gönüllere, kalbe, akla en uygun nizam olduğu ve hem dünya hem de ebedi hayatlarındaki kurtuluşlarının ancak İslam ile mümkün olacağına hem Kürdler hem de diğer dinler kabullenmişlerdir."
"Cihat, İslam'ın insanlara ulaşmasındaki engelleri kaldıran bir unsurdur"
İslam'ın hiçbir düşünceye, inanca baskı uygulamadığını vurgulayan Dursun, "Sadece bölgemizle alakalı değil, bugün İspanya'yı ve Lübnan'ı örnek vermek istiyorum. Lübnan asırlarca İslam'ın hâkimiyeti altında kalmış. Ama orada şu anda hâlâ Hristiyanlar çoğunluğu sağlıyor. Bundan dolayı da şu anda Lübnan'da Cumhurbaşkanı Hristiyanlardan, Başbakan Müslümanlardandır. Çünkü İslam hiçbir zaman hiçbir düşünceye, inanca baskı uygulamamıştır. Ancak İslam'ın önündeki engelleri kaldırmak adına bir cihat olayı vardır. Cihat İslam'ın insanlara ulaşmasındaki engelleri kaldıran bir unsurdur. Bu manada İslam asırlarca bu bölgeye hâkim olduğu halde hâlâ bölgemizde Hristiyanlar, Süryaniler, başka dinlerden insanlar var." şeklinde konuştu.
“O dönemde Avrupa bir karanlık pozisyondadır”
İslam güneşinin Avrupa'ya İspanya yoluyla doğduğunu söyleyen Dursun, "İspanya 8 asır İslam'ın hâkimiyeti altında kalmış. O dönemde İspanya'da (Endülüs İslam Devleti) İslam her alanda bilimsel manada zirve yapmıştır. Fizikte, kimyada, biyolojide, matematikte, anatomide, tıpta, astronomide muazzam bir çığır açmıştır. O dönemde Avrupa bir karanlık pozisyondadır. Karanlıkta olan Avrupa'ya aslında İspanya yoluyla İslam güneşi doğuyor. O dönemin kralları, prensleri kendi çocuklarını İspanya'ya gönderirler ve oradaki üniversitelerden istifade ederler. Bu şunu gösterir; bugün nasıl ki İslam dünyasındaki birçok ileri gelen entelektüel insanlar çocuklarını Oxford, Kembriç'e gönderiyorlarsa o dönemde de Avrupalılar çocuklarını 'aydın olsunlar, dünyayı anlasınlar, bilimsel manada belli bir yere gelsinler' diye İspanya, yani Endülüs İslam Devletine gönderiyorlardı." diye konuştu.
"İslam insana hem dünya saadetini hem de ebedi hayatı kazandırır"
İslam'ın kalbe, ruha, beyne hitap eden bir nizam olduğunu belirten Dursun, "İslam insana hem dünya saadetini hem de ebedi hayatı kazandırır. İslam'dan önceki dönemde bölgede Kürdler, Süryaniler ve diğer bazı kavimlerin bilimdeki gelişmişliği çok çok az, yok denecek kadar azdır. Ama bunların İslam ile müşerref oldukları dönemde birçok büyük İslam âlimi yetişmiştir. Tarihte çok büyük bir eser bırakmış İbni Esir bunlardan biridir. Aslen Cizrelidir. Cizre o dönemde bir kültür ve medeniyet merkezi olmuştur. İslam ile müşerref olduktan sonra Kürdler arasında onlarca bilim insanı, dünya çapında âlim yetişmiştir. Bu âlimlerin yetişmesi İslam ile tanıştıktan sonra olmuştur. İslam öncesi dönemde bilim noktasında gerek Kürdler de gerekse de Hristiyanlar da herhangi bir gelişme olduğuna rastlamadım."
İLKHA