Tarihi ve bütün sosyal olayları izah ederken hareket noktası olarak bu gerçeğe dayandırdığımızda hiç de yanılmış olmayız.
Güç ve kuvvet eğer imanlıların, insaflıların elinde olmuşsa toplumlar huzur ve mutluluk içinde olmuşlar, dünya hayatları bir düzene binmiştir.
Yok, eğer güç ve kuvvet imansızların, insafsızların elinde olmuşsa, zulüm ve ifsat hâkim olmuştur. Tarihin tamamı bundan ibarettir desek yanılmış olmayız.
İsterseniz şu an yaşamakta olduğunuz kendi küçük çevrenizden başlayarak dünyaya genelleştiriniz, bu anlamda bir bir gözünüzün önünden geçiriniz, daha sonra geçmişe gidiniz, hep bu gerçeği göreceksiniz. Detay bir bilgi olarak İslam şunu da bildirir ki; Mal ve servet cimrilerde toplandığında bu toplumun ifsadıdır.
Allah (cc) risaletle görevlendirdiği kuluna daha ilk günden Hira'da bu gerçeği bildirmiştir. Zaten onu Hira'ya çıkaran şey; Mekke'de ve bütün bir yeryüzündeki dengesizliğe, zulüm ve çarpıklığa tahammül edemeyişi, bir çıkış yolu arayışıydı. Rabbi ona bu gerçeği bildirmiştir:
“Gerçek şu ki insan kendini müstağni gördüğünde ille de azgınlaşmaktadır.” 96/6,7)
İmansız insan ve imansız toplumlar kendilerini müstağni görüp kuvvetlendiklerinde ilk şey tuğyan etmek, tağutlaşmak, insanları kendilerine kul, köle yapmaya yeltenmektir.
Firavuna “ben sizin yüce rabbinizim” dedirten şey nedir? Güç ve kuvvet değil midir?
Gelelim günümüz dünyasına. Yaşadığımız ne varsa hepsi bundan ibaret değil midir?
Yani güç ve kuvvet imansız ve insafsız Batının eline geçmiş olmasından dolayı değil midir?
İmansız ve insafsız Batı eline geçirdiği güç ve kuvvetle tuğyan etmiştir, tağutlaşmıştır.
Kendi dışındaki dünya için asla bir hayır ve iyilik düşünmemiştir. Batı, güçlendiği tarihten bu yana uygulayageldiği zulmü, haksızlığı bugün artık gizleyemez duruma gelmiş, suçüstü yakalanmıştır. Her ne kadar demokrasi ve benzer maskelerle günümüze kadar sürdürmüşse de, bugün bu maskeler düşmüş, canavar çehresi sırıtıp kalmıştır.
Artık biz şunu çok iyi biliyoruz ki, yeryüzünü ıslah etmenin, toplumları huzura kavuşturmanın biricik yolu güç ve kuvvetin imanlıların elinde olmasıdır.
Bu aslında imanlı insanlar için bir yükümlülük değil midir?
İnsanoğlunun, özellikle zayıf kitlelerin güçlülerden, kuvvetlilerden tarih boyunca hep bir beklentisi ola gelmiştir; Hak ve adalet. Bu beklenti bireylerin de toplumların da fıtrî bir özelliğidir. Bunu çevrenizde yapacağınız basit gözlemlerle çok rahat görebilirsiniz.
Kutlu Doğum etkinliklerinde bu konuyu anlatmaya çalışıyoruz.
Fakat kalabalıklar bazen sizin söylemek istediğinizi değil, kendilerinin duymak istediğini söyletiyor insana, bundan dolayı basen meramımızı tam olarak ifade edemiyoruz.
Yeryüzünü ve bulunduğumuz beldeyi yaşanılır kılmak istiyorsak, imanlılar, insaflılar kesinlikle güçlenmeli, kuvvetlenmelidir.
Meşru olarak yaptığınız iş her neyse o dalda kesinlikle büyümelisiniz, güçlenmelisiniz.
Ayrıca meşru olan bütün yerlerde sizler de bulunmalısınız. Sosyal hayat kesinlikle boşluk kabul etmez, sizin doldurmadığınız boşlukları mutlaka birileri doldurur.