Emperyalist Batının mazlum halklar karşısındaki en büyük kozlarından biri de yenilmezlik efsanesiydi. Amerika, siyonist işgalci rejimi ve diğer Batılı şeytani güçler kendilerini o kadar güçlü ve yenilmez göstermişlerdi ki mazlum halkların gözünde adeta ilah konumuna yükselmişlerdi. Bunda içimizdeki yerli işbirlikçilerin, korkakların ve kaypak yöneticilerin de katkısı çoktu.
Öyle bir hava yaratmışlardı ki haşa Amerika istemeden bir kuş bile uçamazdı. Amerika ve işgalci siyonist gece karanlığında uzaydan yerdeki karıncayı bile tespit edebilirdi. Her şeyin arkasında Amerika ve Batı vardı. Onların desteği olmadan herhangi bir konuda başarı, zafer mümkün değildi. Ne yapılırsa yapılsın Amerika istemezse başarı şansı sıfırdı.
Amerika, siyonist işgalci ve Batı güçlüydüler, yenilmezdiler. Mücadeleci Müslümanlar olmayınca, ümmet dünyaperst ve korkak liderlere mahkûm olunca, vahdet ve uhuvvet olmayınca, gaflet ve tembellik İslam dünyasının adeta kaderi haline gelince ortalık bu çakallara kalmıştı tabi ki… Kendilerini gerçekten ilah sanıyorlardı. Dünyanın efendisi onlardılar. Dünya Masonlardan, CIA ve MOSSAD’dan sorulurdu. Bir yerde bir şey oluyorsa arkasında mutlaka onlar vardı.
Elde ettikleri zaferler onları bu hayallerine inandırıyordu. Siyonist şgal rejimi, dört Arap ülkesini altı günde dize getirmişti. Bu ülkelerin içinde Mısır gibi doksan milyon nüfusa sahip devletler de vardı. Bütün Arap âlemini, hatta İslam âlemini yenilmez olduğuna inandırmıştı. İstediği gibi toprak işgal ediyordu. Mısır’dan, Suriye’den, Ürdün’den, Lübnan’dan toprak alıp üzerine çöreklenmişti. Filistin halkını ülkelerinden kovmuş, geri kalanlarını da esir edinmişti.
Amerika, dünya üzerinde istediği gibi at koşturuyor, istediği ülkeyi işgal ediyor, beğenmediği yönetimi darbelerle devirip kendi adamını getiriyor, halkları haraca bağlıyor, terör örgütlerini kurup kullanıyordu. Kimse de ona gözlerinin üzerinde kaşın var diyemiyordu.
Şimdi ise şaşkınlar. Dört Arap ülkesini altı günde dize getiren işgalci siyonist, ablukaya aldığı HAMAS ve İslami Cihadı bir türlü yenememesine, onların füzelerinden kendini koruyamamasına şaşkın. Bir avuç Hizbullah militanının nasıl olup da onu püskürtebildiğine anlam veremiyor. Korku ve panik içinde yaşıyor. Etrafını duvarlarla örerek kendi elleriyle kendini hapsediyor.
Aynı şaşkınlığı Amerika da yaşıyor. Kırk yıldan fazladır kendisine ambargo uyguladığı, fakirliğe mahkûm ettiği, şeytanlaştırdığı İran’ı yenememenin, dize getirememenin hayal kırıklığını yaşıyor. Petriyotlarla donattığı, hava sahasını kontrolü altında tuttuğu Suudi’nin güvenliğini sağlayamamanın utancını yaşıyor. Milyar dolarları döktüğü Irak’ta, Suriye’de, Somali’de, Afganistan’da kontrolü bir türlü ele geçirememenin nedenini anlayamıyor. Küçümsediği Taliban gerillaları karşısındaki yenilgisi yüzünden ne yapacağını bilemiyor.
Evet, biz onları gözümüzde çok büyütmüştük. Hâlbuki güçleri örümcek ağı gibiymiş. Türkiye’de ve Mısır’da olduğu gibi silahsız sivillerin feryat ve dökülen masum kanları bile onları boğmaya yeter. Onlar güçlü değil, biz zayıftık. Güçlerini dağınıklığımızdan, gafletimizden ve korkaklığımızdan alıyorlardı.
Allah’ın izniyle eğer cihat ve şahadeti kuşanırsak, cenneti dünyadan daha çok seversek, kardeş kavgasını bırakıp gücümüzü onlara karşı birleştirirsek, korkaklık toprağını üzerimizden silkip atarsak onların füzelerinin, tank ve uçaklarının saman çöpü gibi olduğunu göreceğiz.
İnsanlık tarihi, Allah’ın ipine sarılan mümin toplulukların kendilerinden yüzlerce kat kalabalık ve güçlü toplulukları nasıl zillet ve yenilgiye mahkum ettiklerinin örnekleriyle doludur.