Haftalık haber dergisi Bağımsız, Kenan Çamurcu ile röportaj yaptı. Bağımsız'dan Çağlar Tekin'e konuşan Kenan Çamurcu, ile muhafazakarlığın yaşadığı dönüşümü ve muhafazakar muhalefeti anlattı.
İşte o röportaj:
- İslamcı aydınlar durumun toplumun özgürleşmesi yönünde olmadığını fark ettiklerinde, yaşananların Türkiye’nin değişmesi için gerekli bir süreç olduğuna ikna olmaya başladılar. Kurbağanın haşlanması gibi, İslamcı aydınlar da yavaş yavaş haşlandılar
-Kara propaganda yapılıyor, yalan haber üretiliyor, psikolojik harp yöntemleri kullanılıyor. Bunlar geçmişte İslamcıların şikayet ettiği şeylerdi. Artık İslamcı da demiyorum onlara, İslamcılıktan bakiye kadavra diyorum.
-Erdoğan 28 Şubat’ta Gülen’in bugün Ergenekon diye adlandırılarak içeri atılanlarla olan iş birliğini hiç unutmadı. Ayrıca Gülen Cemaatinin bu kadar büyümesine ve azmanlaşmasına da hiç iyi bakmıyor ve onlara güvenmiyor.
AKP'ye muhalif kimliği sebebiyle Beykoz Belediyesindeki işinden olan ve daha sonradan AKP milletvekili olan yayıncısı tarafından kitapları toplatılan Kenan Çamurcu ile muhafazakarlığın yaşadığı dönüşümü ve muhafazakar muhalefeti konuştuk.
AKP’yi iktidara getiren süreçte Erdoğan ve arkadaşlarının yarattığı algı ile bugün ortaya çıkan tabloyu karşılaştırırsak nasıl bir etki yarattı bu durum muhafazakarlar içerisinde sizce?
Türkiye’nin iç siyasetinde demokratikleşme ihtiyacı herkesin dile getirdiği bir beklentiydi. Erdoğan’ın Milli Görüş gömleğini çıkarması anti-emperyalist kimliğibırakması anlamına geldi, uluslararası güçlerin etkisiyle değişimin olacağına inandı. İslami camia açısından ciddi bir kırılmadır bu. Fakat bunun farkedilmesinin 2002’de olduğunu söyleyemeyiz.İslamcılar daha çok “Eski Türkiye”den kurtulmak için destek verdiler. Erdoğan’ın dile getirdiği“değişim”söylemi siyasette olduğu gibi ekonomide de, devlete nispetle toplumun ağırlığının artacağı yönünde algılandı. Toplum ekonomide ne kadar çok rol alırsa siyasal alan da o kadar özgürleşecekti. Sonra anlaşıldı ki Erdoğan’ın yapmak istediği ekonominin küresel kapitalizme entegrasyonuymuş.
Bu nasıl ve ne zaman fark edildi?
İslamcı aydınlar durumun toplumun özgürleşmesi yönünde olmadığını fark ettiklerinde, yaşananların Türkiye’nin değişmesi için gerekli bir süreç olduğuna ikna olmaya başladılar. Kurbağanın haşlanması gibi,İslamcı aydınlar da yavaş yavaş haşlandılar.
İslamcı cenah bu sürece “değişim nereden gelirse kabulümüzdür, dış dinamiklerin zorlamasıyla gelse de kabulümüzdür” dedi diyebilir miyiz?
Evet, aynen böyle oldu. Laik kesim, solcu ve sosyalistler baskı altına alındı, ötekileştirildi. Oysa 90’lar boyuncaiktidara gelebiliriz ve iktidar aygıtının doğasına teslim olursak, bugün biz nasıl zulme uğruyorsak, yarın biz de başkalarına zulmetmeye başlayabiliriz diye düşünüyorduk. Bizim iktidarımız da kendi ötekisini yarattı ve onları baskı altında tutmayı da kendi iktidarının olmazsa olmaz koşulu olarak kabullendi. Ergenekon davası bundan ibaret. Kara propaganda yapılıyor, yalan haber üretiliyor,psikolojik harp yöntemleri kullanılıyor. Bunlar geçmişte İslamcıların şikayet ettiği şeylerdi. Artık İslamcı da demiyorum onlara, İslamcılıktan bakiye kadavra diyorum.
Gülen Cemaati ile Erdoğan arasında bir çatışmanın olduğu bir süredir konuşulan önemli başlıklar arasında.Özellikle Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda sanki hükümet bir uzlaşı noktası yakalama çabası içerisinde de cemaat bu durumdan rahatsız gibi.
Erdoğan iktidarını paylaşmak istemiyor. İktidar bileşenlerinin kendisinden bir kaç basamak altta durmasını ve asla pazarlıkçı olmamasını istiyor. Eğer Gülen Cemaati sadece iktidarın nimetlerinden faydalanmayı seçseydi bu gerilim yaşanmazdı. Erdoğan buna, Ergenekon davasına konu olan kişilere yaklaşarak karşılık verdi. Gülen Cemaati dışında kalan muhafazakar kesimler Erdoğan’la pazarlık masasına oturmaya kalkmıyorlar,alacaklarını alıyorlar ve devam ediyorlar. Gülen ise devlet aygıtı içerisinde güçlendikçe başka ajandalarından da sebeple,ona yapması gerekleri dikte etmeye çalışıyor. Erdoğan ile Gülen Cemaatinin arasında başka gerilimler de var elbette. Erdoğan 28 Şubat’ta Gülen’in bugün Ergenekon diye adlandırılarak içeri atılanlarla olan iş birliğini hiç unutmadı. Ayrıca Gülen Cemaatinin bu kadar büyümesine ve azmanlaşmasına da hiç iyi bakmıyor ve onlara güvenmiyor.
Cemaatin ajandası ne peki de Erdoğan ona güvenmiyor?
Neo-Con’larla yakın ilişkileri var. ABD Ortadoğu’yu güncellemek istiyor. Gülen Cemaati, Erdoğan’ın bu güncelleme nazım planı içerisinde tutulması gibi bir misyonedinmiş. Liberal demokrat yazarlar gibi. O yüzden liberallerle Gülen Cemaati çok kolay işbirliği yapabiliyorlar.
Erdoğan plana sadık değil mi?
Erdoğan, plana sadık olmakla beraber, bazen rolünü de abartarak umulmadık çıkışlar, işler yapıyor. Özellikle Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olmasıyla beraber, zaman zaman bu sınırın dışına çıkıldığını düşünüyorum. Davutoğlu da Türkiye’nin “büyümesi” için ABD’nin hegemonyasının bir şemsiye olarak kullanılabileceğini düşünüyor. Bu rol üstlenmesinde Neo-Conların metninin dışına çıkılınca Gülen Cemaati ve liberallerle de gerilim yaşanıyor
Netanyahu’nun özür dilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Amiyane söylersek: Tel Aviv, “can ve kanın parası neyse verelim, siz de dava etmeyin” demektedir. “Adem-i mesuliyet” anlaşmasının manası budur. Ayrıca Erdoğan'ın kabul ettiği bu anlaşma, Mavi Marmara baskınının terör saldırısı sayılmasına da manidir. Çünkü anlaşmadaki tanımıyla Mavi Marmara baskınındaki can kayıpları “operasyonel hata” sayılarak saldırı meşrulaştırılmıştır. IHH'nın “gururluyuz” veya “ümmetin zaferi” adını verdiği şey, İsrail'in Mavi Marmara'ya yaptığı terör saldırısının Türkiye tarafından meşrulaştırılmasıdır.
Tel Aviv'in, Erdoğan'a sorumsuzluk anlaşması imzalatıp kendini güvenceye almayı başarmasına “ümmetin zaferi” adı verilmesi hayli şaşırtıcıdır. Eğer Erdoğan ve Mavi Marmara'da hayatını kaybedenlerin yakınları İsrail'e “sorumlu tutulmama” güvencesini ilk gün verseydi Netanyahu özür dilemek için 3 yıl beklemezdi. Tel Aviv bu süre boyunca Erdoğan'ın “sorumlu tutulma” talebi bulunduğunu sanıyordu. Mağdurlar yerel mahkemede dava açınca da bu varsayım pekişti. Bugün öyle olmadığı anlaşılınca (veya Erdoğan ve mağdur aileler talepten vazgeçince) Netanyahu özür dileyiverdi.
Yani Erdoğan ve onun sivil toplumu (IHH vs.) İsrail'i Mavi Marmara'yı hedef alan terör saldırısından sorumlu tutmayacaklarına söz verdiler, Tel Aviv de bir özür dilemenin ağzına yapışmayacağını kabul etti.
Bu davranış Muhafazakarlarda genel özellik haline geldi, yoksa “AKP’yi eleştirirsek elini zayıflatırız ve rejimde bir geriye gidiş olur şimdilik susalım” diye mi düşünüyor?
AKP’nin mühendisliği sonucunda muhafazakarlar ABD karşıtlıklarını yitirdiler. Başlangıçta politik bir şekilde ABD ile işbirliği yapılması mazur görülmüş olsa da, artık içselleştirildi.İslamcı aydınlar arasında bu dönüşümden rahatsız olanlar var. “Kuş dili” ile de olsa bunu zaman zaman ifade ediyorlar. ABD karşıtlığı meşruiyeti güçlü bir fikir olmakla beraber nicel olarak marjinal. Hala toplumda ABD karşıtlığı yüzde 80’lerde. Erdoğan’ın her seçim öncesi batı karşıtı çıkışlarının sebebi de bu. Toplumun geneli batı karşıtı bir öfkeye sahipken kutup başları bu öfkeyi mümkün mertebe teskin etmeye çalışıyor.
“Kol kırılır yen içinde kalır”, “iç dinamiklerden ziyade dış dinamiklerin desteğiyle Türkiye dönüşecek” gibi saikler bir yandan da bir riyakarlık yaratmıyor mu?
Laik oligarşiye itiraz ediyordunuz, yerine muhafazakar oligarşiyi kurdunuz.Bu doğru mu? Sorum bu. “Ya iktidarı kaybedeceğiz ya da iktidarı kaybetmeme adına yanlış, fena işler de yapacağız” cevabını alıyorum. Buna “iyi istibdat” da denilebilir. Amerikalılar, emperyalizm kötü bir şey ama bizimki iyi emperyalizm diyorlar. Muhafazakarların durumu da bu. Uluslararası güçlere dair bir güvensizlik de var. Eski partnerleriyle yeniden dönebileceklerini düşünerek korkuyorlar. Ama bu güvensizlik mücadele azmi üretmek yerine daha fazla bağlılık ve sadakat doğuruyor emperyalizme.
Bir yanda oldukça yoksul bir kesim bir yanda da yeni zenginleşmiş, üstelik bunu da alabildiğince büyük bir şaşa içerisinde sergileyen yeni muhafazakar zenginler. Bu durum muhafazakarlar arasında bir rahatsızlığa sebep oluyor mu?
Bunu eleştiren kimi aydınlar var ama çıta eskisi kadar yüksek değil. Buna da alışılıyor.Eleştiri de genel olarak bu işi çok abartanlara. Meseleyi salt ahlaki bir mesele olarak görmeye çalıştıklarını görüyoruz. Muhafazakar bir iş adamının işçisini sömürmesi gibi somut bir problem gündemlerine gelmiyor. Muhafazakar bir zenginin banyosunu altın varaklarla donatması gibi bir durum eleştiri konusu olabiliyor. Aynı saraydalar ama sarayın içindeki bazılarının haddi aşmış şatafatına itiraz ediyorlar. (Bağımsız)