İçlerinden netameli olanlar hariç, Mevlana hazretlerinin asırlarca dilden dile dolaşan hikayelerinden en azından birkaç tane bilmeyen yoktur.
Mesela, yolu bir tekkeye düşen sufinin hikayesi.
Hani merkebiyle giderken gece konaklarım diye misafir olduğu tekkede bir sürü derviş gören yolcu, içerdekilerin neşesine ortak olur.
Dervişlerden biri bu misafirin haberi olmadan merkebi satar ve parasıyla hep birlikte ziyafet çekerler. Sonra bir nümayiş bir cezbe ve nameler.
Bizim yolcu da gür sesiyle onlara eşlik eder: “her berfet her berfet, ey puser her berfet”
‘Her', malum merkeptir, yani “ey oğlum her gitti, her gitti.” diye tempo tutar bizim yolcu.
Sabah olur, bizim misafir, hâlâ hab-ı gafletten müteyakkız olmamıştır, uğurlanırken; ‘haydi bana Allahaısmarladık' der demesine de, ortada ‘her' yoktur.
Arar, sorar soruşturur, sızlanır, söylenir. Ona derler ki, “ama sen dün akşam öyle bir aşkla ‘her berfet' nakaratına eşlik ediyordun ki, sana söylemeye çalıştılar ama umursamadın.”
‘Keşke demeyiniz' emr-i nebevisine uzak düşmeseydi, şöyle denebilirdi: “ah keşke halihazırda da giden yalnız ‘her' olsaydı.
Mevlana Celaleddin dedik de o da ne yazmışsa hepsini zifiri karanlık bir gecenin yokuşunda yazmıştı.
Kerkük türküleri o zaman da var mıydı bilinmez ama, o dönemdeki katliamlar üzerine illa ki ağıtları vardır. Zira Moğollar, o dönemde Nişabur'da 1 milyon 747 bin, Merv'de 1 milyon 300 bin, Herat'ta 1 milyon 600 bin ve Bağdat'ta 800 bin kişi katlettiler. Belh şehrini kuşattıklarında da 12.000 mescidi ateşe verdikleri, 50.000'e yakın alim, talebe ve hafızı katlettirip, 200.000 insanı yere gömerek Belh şehrini tahrib ettikleri bilinmektedir.
Süryani tarihçi Ebu'l-Farac'a göre sadece Hülâgû, Kayseri'de 10.000'e yakın kişi katletmiştir.
Tarih, her zaman geriye dönüp kendisine baktığınızda ne mehter marşı edasında heyecan verir, ne de hoca Nasrettin kıvamında tebessüm.
Tarih, kendisinden ders çıkarmayanların acı çığlıklarını her gecenin sabahında tekkeye bırakmıştır.
Ve maalesef hikayeler kadar masum değildir vakıa.
Şimdi, “herkes özgürdür ama sen olamazsın, herkes oraya girebilir ama sen orada bulunmazsın, şu, bu herkes için haktır ama sana yasaktır” diyenler, bundan sonra gelmesi muhtemel her bir yıkım haberiyle neyin zaferini kutlayacaklar belli mi?
Yoksa her gece yeni bir şarkı her sabah yeni bir hüsrana devam mı edecekler?
Ya da “Şu kadar eleman, yeni yeni plaka” dedikten hemen sonra karnaval meydanı gibi sağdan soldan dolan sahayı görünce “ay akşamdan ışıktır yaylalar yaylalar” demenin öyle kolay olmadığını mı fark edecekler?
Biz yine de boş verelim, anlı şanlı hamasetler neyimize yetmiyor. Kardeşlik edebiyatımıza yeni dörtlükler bize yeter.
Haydi al da yaz ve çerçevele ki, zor zamanda o da sana elini uzatır: “Gerekirse gidip alınmalı, emdiği süt burnundan getirilmeli.”
Ha bu taraftakiler, çukur döneminde perişan oldular, kapı kapanınca yeni zorluklar yaşarlar, ticaret, piyasa altüst olur ama ne önemi var, mesele öyle böyle değil o kadar büyük belalarla kuşatılmışız ki, sen anlamazsın beka'nın cahili!, medeniyet fukarası!
“Eee ne olacak şimdi” diye çok derin siyaset mevzularına dalan köylülerden, ve kentlilerden, ‘beraber yürüdük biz bu yollarda' şarkısını söyleyenlerin sabahı, kimin umurunda.
Aldırma, “gün batsa ne olur, geceyi onaran bir mimar vardır” de geç git..