Geçmişte günahkârlık, genellikle bir zafiyetti. Günah işlemek, bir cüretti.
Günahın yolu kapalıydı, yüzyıl önceki İslam âleminde. Günah işleyen, başta Müslüman toplumun tepkisini göze almak durumundaydı. Günahkâr toplumsala kademeleri kolay kolay tırmanamazdı.
Miladî 20. yüzyılda İslam aleminde yaşanan devasa operasyonla günah övünç kaynağı hâline geldi. Günahkâr olmak, yükselmenin yolu oluverdi.
Bir zamanlar içki içen biri, toplumun dışına itilirken yaşanan bu çağdaşlık operasyonundan sonra içki içmeyen bazı devlet görevlerine çıkamadı. Bunu kim dayatıyordu?
Neredeyse hepimize göre yerli despotlar… Despotların bu işin ön cephesinde olduğu muhakkak. Acaba cephenin arkasında kim vardı?
İslam alemi, Miladî 20. yüzyıldaki o operasyonu aşmak üzeredir. Artık Müslüman memleketlerde siyasi bir yükseliş içinde olmak için günahkâr olma şartı yoktur. Aksine açıktan günah işleyenlerin, günah savunuculuğuna bürünenlerin İslam âleminde siyasi bir yükseliş içinde olmaları gittikçe zorlaşıyor.
Bundan en çok kim rahatsız oluyor?
Görünen köy kılavuz istemez: Elbette Batı.
Öyleyse günahın bize bir değer gibi dayatılması Batı'nın bir uygulamasıydı.
Batı, bu hususu hiç dillendirmiyor. Biz de bunu pek konuşmuyoruz.
Son on yıldır açık bir vaziyetle karşı karşıyayız: Günahın politik yönü daha çok ön plana çıktı, daha belirginleşti.
İdeolojik olarak kendisine bağlı yapıların gittikçe zayıfladığının farkında olan Batı, İslam aleminde günahkârları kendi tabii müttefiki olarak görüyor. Onlarla iletişim kuruyor, onlar üzerinden İslam ülkelerinin siyasi yapısına müdahale yolu arıyor. Bunu Türkiye ve Mısır'da açıkça gözlemlemek mümkündür.
İslam aleminde bağlantı içinde bulunduğu kitleyi büyütmeyi hedefleyen Batı, siyasal günahkârları çok göstermek istiyor. Günah işlemeyi, siyasi bir eğilimin karşılığı olarak görmeyi özellikle tercih ediyor. Bununla her günahkârı kendi cephesine katma emelleri güdüyor.
Batı'nın bu emeli ile İslam aleminde günahı politik bir tutum olarak, her günahkârı da İslam'a karşı siyasi bir tavır içinde göstermek isteyen kesimlerin günaha bakışıyla örtüşüyor.
Oysa şehirlerimizin sokaklarında kimi günahkârlar ideolojik bağından dolayı günahı politik bir eylem olarak görüyorsa da örneğin içki içmeyi aslında gittikçe yoğunlaşan İslamî havaya karşı bir başkaldırı eylemi gibi gerçekleştiriyorsa da günahkârların mühim bir kesimi böyle bir tutum içinde değildir.
İslam aleminde günahkârların mühim bir kesimi günah işlemenin teşvik edildiği bir ortamda nefsine yenilmiş kişilerdir. Günahın teşvik edildiği bir ortamda kendisini kontrol edemeyenlerdir. Bir kısmı da İslamî eğitimin zayıfladığı bir ortamda yaptığının günah bile olduğunun tam şuurunda değildir.
Bunları politik günahkâr ile bir tutmak, sekülerizmi dayatmak isteyenlerin doğal bir üyesi saymak Batı'nın hep hesabına gelir.
İslam dünyası, Recep ayına girdi. Önümüzde af ve mağfiret mevsimi vardır. İnşaallah bu mevsim, bir şuur dalgası hâsıl eder, günahı siyasi bir gösteri olarak işleyenlerin imana gelmesine, böyle bir tutum içinde olmadıkları hâlde farklı sebeplerle günaha müptela olan günahkârlarımızın tövbe etmesine vesile olur. İslam aleyhine cepheler oluşturanların oyunları boşa çıkar.