Tarihin hiçbir döneminde halk hareketleri, görece gerilemeler hariç hiç mağlup olmamış; halka dayanan liderler mağlup olmuşlarsa bile tarihin hafızasında canlılığını korumuş; sonraki nesillerin yüreğinde muhkem bir yer edinip kahramanca yaşamışlardır. Zulme karşı ayağa kalkan halk hareketlerinin her sonucu zafer sayılır. Buna mukabil tarih çizgisinin kahir ekseriyetine tahakküm eden ve haritanın önemli kısmını “kara”ya boyayan zalimler ise daima (o gün olmasa bile ertesi gün) lanetle anılmışlardır.
Kabil'den bu güne bütün Yezid'lerin karakteristik özellikleri değişmemiştir. Adaletin temsilcileri ise maalesef her zaman Hüseyin olamamışlardır. Cezasını da tarihi ağı bedeller olarak ödemişlerdir. “Hüseyin cesareti”nde, “Hüseyin feraseti”nde, Hüseyin feragati”nde” bir zaaf yaşandığı an zalimler bunu fırsata çevirmede tereddüt etmezler. Yani “maslahat”, “zamanın şartları”, “çekingenlik”, “gaflet” ve “rehavet” zalimin gaddarlığını yumuşatmaz; bilakis zulmünü katmerleştirme gibi bir işlevi görür.
Dosdoğru istikamette olduğu halde zalime direnme noktasında tereddüt gösterenler hiçbir zaman zalimin hışmına uğramaktan kurtulmamışlardır. Bilakis “izzet”i de kaybetme tehlikesi yaşamışlardır.
Mazlum ve mahrum halkın liderliğini yapanların, yapması gerektiği halde yapmadığı, yapmaması gerektiği halde yaptığı her hareket, mücadele fıkhınca “haramdır” ve her bir günahın da mutlaka bir bedeli veya küçük bedellerle atlatmanın kefareti vardır.
Dünü sağlam örmediniz mi dokuma ilerledikçe yanlış ilmekler eğreti gibi durur gözünüze. Halı tamamlanırsa bile defolu olur alıcı bulamaz. Ya tekrar sökülüp yanlış ilmekler düzeltilir ya da bu yanlış size emeğinizin, zamanınızın ve paranızın heba olması olarak geri döner.
Son kırk yılın her bir on yılını değişik zulümler ile heba ettik. 80'li yılları 12 Eylül Darbesi'nin izlerini silmekle geçirdik. 90'lı yıllar ise PKK ve derin devletin karşılıklı olarak doğuda ve batıda dönemin neslini ifsad ve itlafı ile geçti. 2000'li yılların başı 28 Şubat ile mücadele ile geçti. Sonrasında ise “bahar” yılları yaşandığı zan ediliyordu. Oysa Derin Devlet gitmiş yerine Paralel Devlet gelmişti ve bunu defalarca haykıran bir tek HÜDA PAR ve çevresinde toplanmış camialar vardı ve haykırmaktan yoruldular. Hanefi Avcı dâhil herkes çocuğunu bu paralel yapıya teslim etmekten geri durmuyordu. Maalesef çıkarcılık ve koltuk sevdası herkesin aklını başından almıştı.
Devletin bazı bakanları dâhil her kademesine sızmış bu adamlar devlet okullarını özellikle de İmam Hatipleri pasifize edip kendi okullarının bütün alternatiflerini ortadan kaldırıyorlardı. Ancak hükümet ve başı bu durumu ne görüyor ne de uyarıları dinliyordu.
Derken 2010'lu yılların başından itibaren bu “haşhaşi” dedikleri yapının yüzünü görmeye başladılar. Zira sıra Saray'ı da almaya gelmişti. İşte o zaman daha önce HÜDA PAR çevresinin söyledikleri görülmeye başlandı ve “meğer siz çok haklıymışsınız ” demeye başladılar. Ancak maalesef Müslüman halkın 40 yıllık enerjisini akıttığı “kale”nin kilitleri Washington'da, Telaviv'de, Londra'daymış. Yani on yıllardır nesiller heba olmuş hep haşhaş çektirip oynatmışlar. Durum o kadar vahim ki şimdilerde bu haşhaşilerden boşalacak yerlere atanacak adam bulmakta zorlanılıyor. Yine on yıllarımız heba oluyor.
Olsun. Ancak bu defa Allah halkın yöneticilerinin işlediği, “siyasal körlük” olarak ifade edebileceğimiz ve mücadele fıkhında “günah” diye nitelendirebileceğimiz hataların kefaretini hafif tuttu ve bir şefkat tokadına dönüşüverdi.
Umulur ve ümit edilir ki yapılan bunca hatanın bedeli bu şefkat tokadı ile sınırlı kalsın ve bu günahı işleyenler bir daha bu günahları işlememe noktasında hassas olsun. Hiç değilse bundan sonraki nesiller yine batıcı, Kemalist, ırkçı, ulusalcı kadroların inisiyatifine teslim edilmesin.
Bedel olarak ödediğimiz bu kefaret küçük bir şefkat tokadı mesabesindedir. Allah beterinden korusun.