Yılın hemen hemen her günü parsellenmiş durumda… Her gün ayrı bir “Dünya bilmem ne günü” o günün sabahından gece yarısına kadar o konuyla ilgili paylaşımlar yapılır. En tepeden bakanlar bile “bir gün değil, her gün hatırlamak gerekir” demek suretiyle furyaya katılır. Aslında kendileri de sadece bugün hatırlamıştır mezkûr meseleyi.
Ve bazı sorunlar vardır ara ara yoğunlukla gündeme gelen… İşçi ölümleri, hayvanlara kötü muamele, asansör kazaları veya zamlar. Aslında her zaman haşir neşir olduğumuz durumlardır bunlar ama nedense bazen bu tür haberler daha “moda” olur. Haber bültenleri ve gazete sayfaları onlarla dolar. Konunun mağdurları sorunlarına çözüm bulunacağı beklentisi içine girer ama aslında -maalesef- gündemin geçici malzemeleri olmaktan öteye geçemezler.
Sabit gündemler de vardır. Mesela alimler, sol cenahın yakın markajındadır. Bunlar kimi ateistlerin meal araştırmaları gibi alimlerimizi bizden daha iyi takip ederler. Sohbetlerini en ince ayrıntısına kadar dinlerler, en olmaz yerinden işine yarar birkaç cümle bulurlar. Ondan sonra da bağıra bağıra yayarlar. Ne zaman söylendiğinin, öncesinin, sonrasının hiç bir önemi yoktur. Kuyunun dibinde altın bulan adam bu kadar sevinmemiştir. O alimi rakip gören diğer “alimler” de bazen furyaya katılır zavallı bir şekilde. Oysa sıra er veya geç kendisine de gelecektir.
Bir de herkese göre farklı zamanlarda modalaşan sabit bir gündem var: Yargı, hak, adalet… Yargı konusu ülkede neredeyse her gün gündem. Bir farkla ki farklı günlerde farklı kesimler “adalet” diye feryat ediyor. Adalet terazisinin dengesi bozuk ve ne zaman nasıl tartacağı belli olmuyor. Bu bozukluğun en büyük sebebi ise yargının siyasetin psikolojisine göre hareket etmesidir. Bir bakıyorsunuz, biri üç tartmış; sonra farklı bir havada tartı sıfır çıkmış. Bazen denge tutsa da artık dengesizlik beklentisi ile kimsede güven olmuyor. İslami kesime karşı teraziyi tutanın gözünü açması ise artık bir gelenek. Ülkemizde her şey değişir, bu gelenek değişmez. Birileri “adalet kalmamış” diyor ya hani, biz “hiç yoktu ki” durumundayız. Yani aslında “yargı siyasallaştı” değil, “yargının siyasal olduğu anlaşıldı” demek gerekiyor.
Bugün yargının bağımsız olduğunu gönülden iddia edebilecek birisi olduğunu sanmıyorum. Nitekim yargı farklı dönemlerde birilerine yakınlığı ile bilinerek buna göre beklentiler oluşturuyorsa; bunda büyük bir sıkıntı vardır demektir.
Zaten Türkiye'de adalet mekanizmasının en önemli görevi, devleti korumaktır. Bu görevini devam ettirdiğini net olarak görebiliyoruz. AK Parti yargının bu işlevini değiştirmek yerine sadece halkın devlete bakış açısını değiştirmiştir. Bu şekilde de yargı erki düzelmiş gibi görünmektedir.
Evet, “halkın huzuru için devletin güvenliği gereklidir” diyeceksiniz belki ama hep gördük ki bu güvenlik sağlanırken halk huzursuz edilmektedir. Güvenlik soruşturmaları bunun en açık örneğidir. Bu arada “güvenlik soruşturmaları” da genel olarak sabit yargı gündemi olmakla birlikte özel haliyle geçici gündemler grubuna dahildir. Mağdurlar bir-iki gün gündeme gelir. Sonra ateşin düştüğü yer, yandığı ile kalırken; yaklaşık yirmi yıllık emek de elde hatıra olarak durur.
Yargı, yürütme ve yasamanın en tepe gündemi ise Anayasa'dır. Çok önemli olduğu halde boş zamanlarda hobi olarak konuşulur... Hani yaygındır ya; “boş zamanlarında ne yapıyorsun?” sorusuna “kitap okuyorum” denir. Yalan olduğu bir yana okumaya da hakaret edilir.
AK Parti devlet idaresindeki bazı ipleri ele geçirmek için anayasa değişikliği ihtiyacı hisseder. Bu sebeple de mevcut anayasanın darbe ürünü olduğunu hatırlar. Biz de bu furyaya katılırız. Gerekli (onlara gerekli) düzenlemeler yapılır ama sonunda darbe anayasası yerli yerinde durur. Zaten klasik siyaset anlayışında öncelikli hedef, iktidarın devam ettirilmesidir.
Hâsılı, gündemler asılları ve kesimleri ile değişe dururken sorunlar yerli yerinde duruyor. Mağdur insanların adalet umudu da sürekli başka meşguliyetler sebebiyle erteleniyor. En azından biz ertelendiğini düşünüyoruz. Aksi, daha feci bir durumdur zira.