1- Gazeteciler…
Gazetecilik mesleği teorik bağlamda tarafsızlık ile özdeşleştirilir. Sonra kazılan tünellerle “Namus” dağına ulaşılır. Böylece gazetecilik bir anda “Namus” abidesine dönüşmüş olur.
Pratikte ise “Namuslu gazeteci” enflasyonu her devrin kronik sorunudur.
Geçmişte olduğu gibi bugün de “İktidar yanlısı” gazeteci ve “Muhalif” gazeteci şeklinde iki ana profil resmedilir.
“İktidar yanlısı” gazeteci doğrusuyla yanlışıyla savunma siperinde olduğu için zamanla güvenirliği ve tarafsızlığı aşınır. Muhalif gazeteci ise eleştiri siperine yattığı için sözleri genellikle ilgi çeker. Hatta bazı dönemlerde ilgi odağı olmayı bile başarır. Siyaset, ekonomi, hukuk gibi alanlarda yapılan yanlışlarla ilgili eleştiriler çoğu zaman takdir bile toplar. Ne var ki “Tarafsızlık ve namus” jelatinine sarıp pazarladıkları şey bazen ideolojik saplantılarıdır. Bazen de devranın dönmesiyle kaybettikleri ballı kaymaklı konumlarına yeniden ulaşma arzusudur.
İdeolojik saplantı ya da kaybedilen konuma yeniden ulaşma arzusu çoğu eski duayen, hatta kallavi olarak bildiğimiz o gazetecilerden bazılarını kimi zaman o kadar çirkefleştiriyor ki… Ne vurguladıkları “Tarafsızlık”, ne de bayraklaştırdıkları “Namus”u dev merceklerle aramak bile beyhude çabaya dönüşür. Yok çünkü…
Kimisi iktidar partisinin yanlışlıklarını “Siyasal İslam” sarmalına itip kutsal değerlere saldırmayı “Tarafsız gazetecilik” bilmektedir.
Kimisi birkaç kuruşluk ödenek uğruna eşcinselliğin kirli paçavralarına tutunarak “Namus” bezirganlığına abanmaktadır.
Kimisi karşı cenahtaki rakiplerinin ulaştığı yat, kat, itibar özlemiyle yanıp tutuşmaktadır.
Hatta öyle duyumlar var ki…
Tahrik dolusu söz ve mesajlarına bakılırsa o duyumları reddetmenin imkanı kalmıyor maalesef.
Özellikle sosyal medya mecralarında milletin sinir uçlarına dokunup hoplatacak şekilde o kallavi tiplerin tahrik dolu mesajlarıyla her an karşılaşmak mümkündür. Duyumlar o ki, ipsiz kalan eski kocakafalar bilerek insanları tahrik etmekte, tahriklere kapılanlar hakaret yağdırmakta, avukatları hakaret edenlere karşı dava süreci başlatmakta, sonra üç beş bin lira karşılığında uzlaşma teklifleri yapılmakta, mahkemelerle uğraşmak istemeyenler bu teklifi kabul ederek konu kapatılma yoluna gidilmektedir. Ve bu döngü artık “Tarafsız ve Namuslu” gazeteciler için yeni bir “Ticari sektör” haline gelmiş bulunmaktadır.
Sonuç: Gazetecilik… Tarafsızlık… Namus! Ara ki bulasın!
-------------
2- Hayvan hakları…
Kavramsal saplantıya aldanmaya gerek yok. Hayvan hakları derken sadece “Köpek hakları”na odaklanırlar. İnsan haklarını önemsemeyenlerin bir bütün olarak hayvan haklarına odaklanmaları zaten beklenmez. Bu bağlamda yiyip yiyip bitiremedikleri domuzdan sonra “Köpeklere” bu denli odaklanmaları tam bir kuşku yumağı haline gelmiş. Bir insan olarak yolda yürürken birinden haksız yere bir tekme yerseniz, haber konusu bile olamazsınız. Oysa size saldıracak bir köpeğe maazallah bir hoşt bile çekerseniz vay sizin halinize! Kodese kadar yolu var bu işin.
İnanç ve medeniyet tasavvurumuz, insanın eşrefi mahlukat olduğu yönündedir. Diğer tüm canlılar ve nebatatın insanoğlunun hizmetine sunulduğudur. Her türlü canlının haklarının korunmasına eyvallah. Ancak modern batı medeniyetinin farklı bir “Eşref-i mahlukat” tasavvuru var ve bu tasavvur insanları köpeklere karşı esas duruşa sevk etmeyi amaçlıyor. Mesela suç işleyen insanların hapsedilmesine hiç kimse itiraz etmiyor. Ama başıboş veya saldırgan sokak hayvanlarının bilhassa da köpeklerin barınaklarda belki daha iyi ve daha hijyenik şartlarda tutulması hayvan haklarıyla bağdaştırılamıyor. Özellikle yeni kuşaklarda çağın sorunu haline gelen sınırsız özgürlük arzusu insanlar için sorun olarak görülürken sokak köpeklerine bu hakkın sonuna kadar verilmiş olması, kim bilir belki de bir özenti, bir rol model olarak öne çıkarılmak isteniyor.
---------------
3- “İstanbul Sözleşmesi” birileri için arpalık mıydı?
Türkiye, tahribatıyla ünlü İstanbul Sözleşmesi’nden nihayet ayrıldı. Ancak malum bir kesimin “Kadın hakları” bahane edilerek süren itirazları, çığlıkları, açıklama ve gösterileri durmak bilmiyor. Bu topluluğun kadına verdiği değer, çoğu zaman gösterilerde taşıdıkları iğrenç pankartları, attıkları zıbıl tadındaki sloganları kadardır. Pençelerine düşen kadınların durumu, kadın haklarına verdikleri önemin açıklayıcısıdır. Kadını orijinal/fıtri özelliklerinden arındırıp resmen modifiye etmektedirler. Fizyolojik, biyolojik, kimyasal… Her türlü değişikliği yaparlar. İcat ettikleri modifiye kadın modelinin en belirgin özelliği, mesken olarak evini değil, tehlikeli sokakları ve kaldırımları mesken edinmesidir.
Bu emeller uğruna bu kadar gürültü koparılır mı, demeyin. Küresel odakların artık gizlenemeyen cinsiyetten arındırılmış bir “Melez nesil” projesi vardır. Ve bu proje için inanılmaz miktarlarda fon tahsisleri bulunmaktadır. Proje geliştirmek adına modifiye işinde mesafe alanlar, bu uğurda en çok bağırıp çağıranlar, borazanlık yapanlar, hatta taşkınlık çıkarıp üç beş jop yiyenler, fonlardan en fazla yararlanacaklar kategorisine yükselmektedirler.
İşte “Sözleşme” onlara bu imkanları veriyordu. Sözleşme, bu tür tahribatlar için yasal güvence ve fonlanma imkanı veriyordu.
Teorik olarak yasal güvence ve proje karşılığı Dolar-Euro akışı, sözleşmeden çıkılmasıyla bloke edilmiş oldu. Arpalık sorunu baş gösterdi. Bunca tepki, bunca bağrışmalar tam da arpalık sorununa çözüm bulma umudunda yatıyor. Dolara endeksli “Onur” şu an tehlikede. Euro ile desteklenmeyen “Onur” mu olurmuş?!