Böyle buyurdu Yalçın(Küçük)
Yani, kabuğunuz Kürt olabilir ama özünüz Kemalist olsun!
Kime söylüyor?
Selahattin Demirtaş'a.
Niçin söylüyor peki?
Demirtaş İstiklal Marşı'nda ırkçı nitelemelerin olduğunu söylediği için.
Ev ödevini yanlış ya da eksik yapan öğrencisinin kulağını çeken öğretmen gibi.
Önce bilgilendiriyor cahil diye nitelendirdiği Demirtaş'ı:
“Bu marşın iki yazarı var, ikisi de İbrani asıllıdır ve belki birisi Yahudi'dir. Buna mukabil, Mehmet Akif Ersoy ise, bu marşı hiç okumamıştır, hiçbir zaman sahiplenmemiştir, toplu eserlerine almamıştır ve yazılışını da bir tür “felaket” saymıştır. Çıkış'ta(Küçük'e ait kitap) yazarlarının kod adlarını işaret etmiştim. Ve artık açıklıyorum: Münir Ertegün ve Yusuf Hikmet Bayur, adlarındadırlar.”
İstiklal Marşı'na Akif'e rağmen bazı kavramların konulduğu öteden beri tartışma konusudur.
Elbette bunun üzerinde durmayacağız, asıl üzerinde duracağımız şey, Yalçın Küçük'ün fonksiyonudur.
Küçük, Kürt solunun üretilmesi, felsefesinin oluşturulması ve yaygınlaştırılmasında teorisyenlik görevi gören kişidir.
Kendisi söylüyor zaten:
“...Ayrıca, bir kez daha söyleyebilirim, ilk Türkiye İşçi Partisi, bir “Türkiye Partisi” olarak çalışıyordu, bunu çok önemli buluyorum. Bir kez daha tekrarlayabiliyorum, Kürt hareketinin kreması, en iyi aydınları ile beraberdik ve çok efendi ve bilgiliydiler...”
“Kürt hareketinin kreması!”
İlginç ama yerine oturan bir tanımlama.
Bu krema tabaka ile;
A- Ne zaman tanıştın?
B- Niçin tanıştın?
C-Neler yaptın?
diye sormak gerekiyor.
Tek parti faşizminin totaliter uygulamalarının özellikle Kürdistan coğrafyasında nasıl bir tepkiselliğe yol açacağını öngören Kemalist akıl, dipçiğin yanı sıra sosyal bir tedbir de geliştirmek istedi.
Dili ve dini yasaklandığı için devlete isyan eden her bir Kürt gencinin sola kanalize edilmesi sağlanacaktı.
A.Turan'ın gayet yerinde tespiti ile, böylelikle bunlar bir kapıdan çıkarken, diğer kapıdan sitenin içinde tutulacaklardı.
Zaman zaman kendilerine belirlenen çizgi dışına taşarlarsa da bir şekilde hizaya getirileceklerdi.
Bu amaçla 60 İhtilali'nden hemen sonra “Sosyal İşler Dairesi” kurularak başına Yalçın Küçük getirildi.
Yalçın Küçük'ün Kürt coğrafyası ve kendi tabiri ile bu coğrafyanın krema tabakası ile temas kurması da işte bu döneme tekabül etmektedir.
Sonra Mihri Belli, Behice Boran, Doğu Perinçek, şimdilerde ise HDP Onursal başkanı Ertuğrul Kürkçü ve diğerleri.
Hepsinin ortak bir görevi var:
“Kemalist devrim” tecrübesinden hareketle bütün dünyada tedavülden kalkmış bir ideolojinin Kürdistan coğrafyasında yeşermesini ve yaygınlaşmasını sağlamak.
Ortaya çıkan malum sonuç: “Pkk-Pyd ve bilumum türevleri.”
Pkk'nin kuzeydeki, Pyd'nin de güneybatıdaki “Hık demiş burnundan düşmüş!” şeklindeki uygulamaları da fazla söze hacet bırakmıyor zaten.
96'da HADEP'in Ankara'daki kongresinde Türk bayrağı indirilmiş, memleket bir anda karışmıştı. Bu olay hatırlatılıyor Küçük'e.
Cevabı yine kendisinden dinleyelim:
“...Evet, Hadep Kongresi'nde idi ve ben Paris'te sürgündeydim, Kürt Gazetesi'nde, Yeni Ülke olabilir, haftalık yazı yazıyordum. Ankara'da, Hadep Kongresi'nde, Türk Bayrağı indirilmişti ve Öcalan, kutluyordu. Hemen yazımın yönünü değiştirdim ve çok ağır yazdım...
Öcalan, kardeşçe davrandılar. Benim yazımdan sonra görüşlerini değiştirdiler ve kınadılar. Benim gözümde küçülmedi ve büyümüştür...”
Anlaşılan o ki, ta o zamanlarda da Kemalist akıl hocası devreye girmiş ve ayar çekmek suretiyle Öcalan'ı hizaya getirmiş.
Rojava da dahil son otuz yıldır Kürt coğrafyasında meydana gelen bütün olayları bu bilgiler ışığında tekrar düşündüğümüzde kimin kimlerle iş tuttuğu rahatlıkla anlaşılacaktır.
Geriye dışı Kürt, içi Kemalist olan Demirtaş'ın bayrak ve büst için dilediği özrün bir benzerini marş için de dilemesi, en azından günah çıkarması kalıyor.
NOT: Röportajın tamamı için şu linke bakılabilir: http://www.odatv.com/n.php?n=selo-tasin-bu-kadar-bilgisiz-olmasina-uzuluyorum-2906151200