“Güneş batmayan ülke” nitelemesi İngiliz imparatorluğunun emperyalist boyutunu göstermesi açısından önemliydi. İşgalin boyutları o kadar gelişmiş ve ilerlemişti ki neredeyse her kıta ve denizde İngiliz izine rastlamak mümkündü.
Ortadoğu’dan Kuzey ve Orta Afrika’ya, İç Asya’dan Uzakdoğu’ya kadar İngilizin zalim elinin değmediği neredeyse hiçbir yer yok. Çin ve Hindistan’da meydana getirdiği tahribatların ise haddi hesabı yoktur.
Hindistan’ın bilge ve aksiyon adamı olan lideri Mahatma Gandi’nin efsanevi bir direnişi vardır ki, bu tarihe “pasif direniş” diye geçmiştir. Sabırla ve her türlü acı ve zulme karşılık vermeden yapılan bir direniştir bu ve çok az insan bunu başarabilir.
Gandi, İngiliz zulmü ve katliamları karşısında direndiği gibi kültürel yozlaştırma çabalarına karşı da direnmişti. Sorunları çok iyi tespit etmişti. Şu sözleri çok şeyi net olarak ortaya koyuyor sanırım: “Bizleri yok edecek unsurlar şunlardır: İlkesiz siyaset, vicdanı rahatsız eden eğlence, çalışmadan zenginlik isteği, bilgili ama karaktersiz insanlar, ahlâktan yoksun bir iş dünyası, insan sevgisini alt plana itmiş bilim, özveriden yoksun bir din anlayışı.”
Gandi gibi başka büyük ve kahraman insanlar da vardı Hindistan’da. Mesela Ebu’l Kelam Azad…
İngiliz emperyalizmine karşı mücadelenin en önemli isimlerinden biridir Ebu’l Kelam Azad.
Halkı bilinçlendirmeye çalışmış, broşür ve dergiler yayınlamış ve bundan dolayı baskı ve eziyetlerle karşılaşmıştır. Evi defalarca basılmış, çalışmalarına el konulmuş, zindanlara atılmıştır.
Bir İngiliz mahkemesi karşısında yaptığı savunma ile tarihe geçmiştir Azad.
Bakın savunmadan küçük bir bölümde ne diyor:
“…Hindistan`da emperyalizme karşı özgürlük mücadelesi başlamıştır. Zalimlere göre hak ve özgürlük arzusu bir cinayet, bunları savunanlarsa katildirler. Bu itibarla işte mahkemenin ve hükümetin huzurunda açıkça ilan ediyorum: Ben bu cinayeti işledim! Hükümet bilmiyorsa bilsin! Bu cinayetin tohumlarını bütün milletin gönlüne ektim. Bu tohumları yerleştirmek için bütün hayatımı vakfettim. Hindistan`da bu işi yapan ilk Müslüman olmakla da iftihar ediyorum.”
İngilizler Hindistan’dan çekildiklerinde devşirdikleri ve kirlettikleri zihinler aracılığıyla geride kin, kaos ve tahribat bıraktılar.
Uzakdoğu’da, Afrika’da ve Ortadoğu’da yaptıkları gibi.
Ayrıldığı hemen her yerde kırılgan bir zemin bırakmayı ihmal etmemiş, günü geldiğinde faydalanmayı bilmişti.
Halen de o dönemin çabalarının meyvesini yediğini söyleyebiliriz aslında.
İngiliz kibri, her zaman tepeden bakmaya alışmış, sömürmeyi kendinde bir hak olarak görmüştü.
Aslında bu kibir Batılının topyekûn olarak zihnine işlemiştir ve üslubunda bunun belirtileri net olarak görülmektedir.
Alman devletinin Türkiye’yi dinlemesiyle ilgili konu tartışılırken bu kibir de kendini gösterdi.
Erdoğan’ın “Neden bizi dinlediniz?” serzenişine karşılık Merkel’in cevabına bakın: “Bize güvenmenizi istiyoruz.”
“Ben sizin babanızım, ben ne dersem o olur” tavrı işte.
“Siz neden Amerika’ya öfkeleniyorsunuz da güvenmiyorsunuz?” demeye gerek yok sanırım.
Tipik bir “Gücün kadar konuş” genel kabulü işte!
“Evrensel hukuk ilkeleri” masalı, üçüncü dünyayı kandırmak için başvurulan argümanlardır sadece.
Ateş onlara yanaştığında olağanüstü kurallar devreye girer.
Mesela şimdilerde İngiltere’nin önüne İskoçya probleminin çıktığı söyleniyor.
İskoçya’da bağımsızlık isteyenlerin oranı % 50’nin üzerine çıkmış.
18 Eylülde bir referandum var.
İskoçların İngilizlerden yıllarca zulüm gördüğü bilinen bir şey. Her zaman baskı ve katliamla bastırıldı temel insani talepler.
Şimdi İngiliz kibri ve sömürge kafası bu talep karşısında ne yapacak?
Eğer halkın talepleri bağımsızlık yönünde şekillenir ve bu durum bir referandumla belirginleşirse İngiltere buna saygı gösterecek mi? Saygı göstermezse bir kez daha kendi helvadan putlarını yiyerek ilkesiz bir çıkarcılığa sahip olduğunu gösterecek.
Peki ya saygı gösterirse…
O zaman da önlerine İrlanda garabeti çıkar.
İrlandalı gençler yıllarca neden isyan edip zindanlarda kaldılar?
İRA’nın silahlı yapısı bahane edilerek yapılan yargısız infazların, katliamların hesabı ne olacak?
İngilizler, bir taraftan dünyayı karıştırırken bir taraftan da bu sorulara cevap verirlerse iyi olacak.
Çanlar, Britanya için çalıyor.
Birleşik Krallık her hâlükârda 18 Eylül referandumundan rahatlamış olarak çıkmayacak.
“Güneş batmayan ülke”, dar bir alanda sıkışan ve “Güneşsiz kalan ülke”ye dönüşebilir.
Temenni ve niyazlarımız zalimlerin daha dünyadayken rezil ve zelil olmaları yönündedir.