Barış sürecinin bölgede çok açık ve dramatik bir anlamı var: Hayat şu andan itibaren değişmiş durumda ve gerçekten de artık eskisi gibi olma ihtimali bulunmuyor. Diğer bir deyişle silahlı mücadele dönemi yeniden gelse bile, artık Güneydoğu bir yanda PKK'nın diğer yanda devletin olduğu bir çatışma denklemine indirgenemeyecek.
Çünkü bunca zaman siyasi varlıklarını sosyal hizmet örtüsü altında taşımış olan geniş ve karmaşıklaşmış bir İslami kesim büyük bir enerjiyle ve çıkmamak üzere siyaset alanına girmiş durumda. Her geçen gün bu akımın sahaya yerleşmesini, ittifaklar kurmasını, alan kazanmasını ve dışa açılarak değişmesini ifade ediyor. Çatışma dönemi içe kapanmacı ve savunmacı bir ruh haline tekabül ederken, bu örgütlenmelerin özgürlükçülüğünü de kendi kimliklerinin ihtiyaçlarıyla sınırlamıştı. Bugün aynı örgütlenmeler herkes için ve diyaloğa açık bir özgürleşme talep etmekteler.
Ne var ki bu süreç işlerken Kürt meselesinin ürettiği sosyal ve siyasi yapı hayata gölge etmeyi sürdürüyor ve İslami kesimde endişe de yaratıyor. Bu duygunun temelinde iki unsur var: Biri, müzakerelerin sadece PKK muhatap alınarak yapılması ve böylece İslami kesimin bir bütün olarak çözüm tahayyülünün dışında bırakılması. AKP hükümeti Kürtlerin İslami kanadını temsil etse de, yerele inildiğinde bu toplumsal kesimin aynı zamanda ‘Kürt' olduğu gerçeği muhataplık konusunu önemli kılıyor. İkinci unsur ise, söz konusu sürecin nereye doğru evrildiği ve hangi noktayı hedeflediği konusunun daha belirgin olmasına yönelik bir ihtiyaç. Öte yandan bu sürecin ucunun doğal olarak açık olduğu da kabul ediliyor, ama denklemin dışında kalma duygusu bölgedeki İslami camiada bir ‘endişe' olarak siyasileşiyor. Eklemek gerek ki PKK'lıların ‘galip' havasına girmesi de söz konusu tepkiyi derinleştirmekte. Çünkü bunun siyasi anlamı, İslami kimliğin bölgedeki ikincil statüsünün devam edeceği, tam bir eşitlik anlayışının yerleşme ihtimalinin az olduğu.
Ancak İslami kesimin asıl ilginçliği bu endişelerin ‘Türkleri' de kuşatabilmesi, bir anlamda empatik bir tavır sergilemesi. Siyaseti Kürt kimliği üzerinden yürütenlerin aksine, İslami kimliği temel alan Kürtler ‘Türklerin' de bu olayı nasıl yaşadıkları ve neler hissettikleri ile ilgililer. Çözümün ancak bu genel çoğunluğun ikna olduğu noktada ortaya çıkabileceğini vurguluyorlar. Doğal olarak Türkleri öne süren bu ‘hassasiyet' aynı zamanda İslami duyarlılığa sahip Kürtlerin milliyetçilikler arasında bir denge oluşturma ihtiyacından da kaynaklanıyor. Ama sonuçta dindar Kürtler iki etnik milliyetçilik arasında bir ‘tampon' yaratarak çözümün ve demokrasinin şansını artırıyorlar. Kaba bir mukayese dindar Kürtlerin dindar Türklerden daha fazla etnik farkındalık içinde olduklarını ama dindar Türklere oranla bu farkındalığı (hak taleplerinin ötesinde) siyasete taşıma konusunda daha temkinli ve isteksiz olduklarını ortaya koyuyor. Bu dengeli yaklaşım bölgedeki İslami örgütlenmelerin devleti çok da zayıf görmek istememelerine neden olmakta. Çünkü bunun hem etnisite siyasetini derinleştireceğinden, hem de genelde Türkleri ikna noktasından uzaklaştıracağından korkuluyor. Çözümün bir tür rehabilitasyon olacağı ve Türkleri de kapsayacağı değerlendirmesi yaygın... O nedenle ‘bölünme' fikrini üreten her şeyin çözümü baltaladığı düşünülüyor. Bu genel algı çoğu İslami grupların Kürt siyasetinden de daha radikal bir biçimde Kürt kimliğinin haklarını savunmasına veya bazılarının federasyon istemesine engel değil. Müzakere süreci PKK'yı ‘olabilir' olan çözümü aramaya iterken, İslami gruplar şimdi silaha başvurmuş olmamanın da getirdiği meşruiyetle çok daha radikal bir söylem geliştirebiliyorlar. Bu tutumun iki basit temeli var: Bu devlet bölgedeki İslami kesimin de ‘devleti' olamadı ve çatışmanın bedelini esas olarak bölge ödedi, çünkü savaş bölgenin ‘içinde' oldu...
Kimliksel açıdan en kritik konu ise muhakkak ki İslami duyarlılıkla ‘yeni Türkiye'nin nasıl bağdaşacağı. Burada İslam kardeşliğinin sorunu çözeceği kolaycılığından İslamiyet'i bir kolaylaştırıcı araç olarak kullanma pragmatizmine uzanan bir yelpaze var. Hemen herkesin referansı bir tür Osmanlı dünyası, ama bu dünyanın günümüzün eşitlikçi anlayışı içinde yeniden kurgulanması şartıyla. Pratikte karşılığı pek olmayan bu çözümleme şu an için İslami kesimi hem Kürt siyasetinden ayrıştırıyor, hem de ortak bir zeminde tutuyor. Bölgedeki İslami taban adaleti eşitliğin içinde aramaya hazır. Yeter ki kadim değerlerin taşınması mümkün olsun ve ‘özgürlükçülük' hakların verilmesini sağlasın.