Türkiye'de algılar üzerinden toplum mühendisliği yapmak, rutin bir strateji halini aldı. Devamlılık arz eden bu algı yönetimi, toplumu da esir almıştır. Kamuoyunu ve gündemi devamlı meşgul eden ve zihinleri bir an bile boş bırakmayan, boş kalmasına mani olan bu gündemler, bilinçli olarak hep devam eder. Bu konudaki performansımız dünya standartlarını muhtemelen geçmiştir.
Bu gündemler, devamlı olarak zihinlerin üzerini perde gibi kaplayarak farklı şeyleri görmesini veya gündemine almasını engeller. Yani asıl düşünülmesi ve gündeme girmesi gereken konular, sipariş konularla değiştirilmiş olur. Böylece toplumsal değişim ve dönüşümler, algı araçlarını ele geçirenler tarafından gerçekleştirilir. Bir diğer ifade ile insanların gözleri, kulakları, muhakemeleri ve hafsalaları ellerinden alınarak esir edilirler. Gözleri olduğu halde her şeyi görmezler, kulakları olduğu halde her şeyi duymazlar. Dünya ve iktidar nimetleri, nefse ve şehvete hoş gelen şeyler de muhakemelerini ellerinden alır. Doğru ile yanlış muhakemesi ters yüz olur.
Bu gün bizim tam olarak yaşadığımız budur. Takdir edilecektir ki sorunların çözülebilmesi için öncelikle bu sorunların toplumda tartışılması, değerlendirilmesi ve sağlıklı bir muhakemeye tabi tutulması gerekir. Bizim hiç bir zaman böyle bir ortamımız oluşmadı. Kalıcı ve temel sorunların toplumun gündemine gelmesine müsaade edilmiyor. Tartışmalar tali meselelere kanalize ediliyor. Ya da toplum mühendislerinin istedikleri mecralara yönlendirilerek asıl meselelerin üzeri örtülüyor.
Bizim temel sorunlarımız bellidir.
Mevzuatımızın hangisine bakarsanız bakın, çok ciddi sorun ve uyumsuzluklarla dolu olup tamamına yakını ithaldir. Ecnebi mevzuat, olduğu gibi bize uyarlanmaya çalışılmaktadır. Doğal olarak da sorun, daha temelden, yani esas ve usullerden başlamaktadır.
Yıllardır bu hususta adım atılacağı, anayasanın değiştirileceği, mevzuatın elden geçirileceği ifade edilip durulmaktadır. Ancak bu yönde en muktedir iktidarlar dahi somut, değiştirici veya düzeltici bir inisiyatif ortaya koyamadılar.
Her yeni gelen iktidar, işleyiş ve idareyi kendi anlayışına göre yapabilmektedir. Mevzuat, kişilere göre şekillenebilmeye ve yorumlanmaya açıktır. Dolayısıyla esaslı bir usul oturmuyor. En basitinden; maarif, her yeni bakana göre şekil değiştirebiliyor. Aynı parti çatısı altında siyaset yapan farklı farklı bakanlar dahi bir birinden taban tabana zıt anlayış ve müfredatlarla iş yapabiliyorlar.
Buna sistem demek elbette mümkün değildir. Her gelen bakan, kendine göre bir sistemle hareket ettiğine göre aslında bunun adı sistemsizliktir. Çünkü her gelen kendi sistemi ile geliyor. Ancak kamuya arz edilen algı farklıdır.
Örneğin; "Dindar nesil yetiştireceğiz" söylemi bir algıya dönüşecek kadar medyada işlenip duruldu. Bu algı oturduktan sonra, uygulamada her ne yapılırsa yapılsın, bunun adı dindar nesil yetiştirme amacına matuf olarak kabul edildi. Oysa uygulama bunun tamı tamına zıttır.
ETCEP, kız voleybol kurs ve turnuvaları, yine kız erkek karma yüzme kursları, gençlik merkezlerinin bazı faaliyetleri gibi projeler aslında dindar nesil yetiştirmekten öte, belki dindar nesli heba etme amacına matuftur. Ancak dindar nesil algısı oturduğu için kimse de buna inanmaz.
Bu durumu birçok devlet kurumuna ve bakanlığa teşmil edebilirsiniz. Ekonomi yönetimi de aynı tezat ile yol almaktadır. Algı yönetimi ve toplum mühendisliğinde ciddi bir statükoculuk söz konusudur. Toplumun önüne Bitlis konulmuş ancak gidilen yol Tiflis'tir.