Olağanüstü Hal (OHAL) ile birlikte güvenlik soruşturmaları toplumu mağdur eder boyuta ulaştı. Bu durumun toplumdaki iç barışı tehdit ettiğini belirten hukukçular, yaşanan mağduriyetlerin daha fazla artmaması için yetkililere çağrıda bulundu.
Güvenlik soruşturmalarının oluşturduğu mağduriyetleri değerlendiren Avukat Hüseyin Kurşun, son günlerde taşeron firmalarda çalışıp kadro bekleyen ve güvenlik soruşturması engeline takılan birkaç kişi ile görüştüğünü ve bu kişilerin ortak özelliğinin dindar kişiler olduğuna dikkat çekti.
Güvenlik soruşturmalarının oluşturduğu mağduriyetleri İLKHA’ya değerlendiren Kurşun, güvenlik soruşturmalarına değil, güvenlik soruşturmaları sonucunda "suçun şahsiliği" ilkesinin ihlal edilmesine ve insanların ayrıştırılmasına karşı olduklarını ifade etti.
Güvenlik soruşturmaları ile ilgili bilgi veren Kurşun, "Kamuya personel alımında güvenlik soruşturması dün de yapılıyordu, bugün de yapılıyor. Yalnız bu son dönemde özellikle kanun hükmünde kararname ile düzenlenen taşeron firmalarda çalışan kişilerin kadroya alınmasındaki güvenlik soruşturması biraz daha farklı boyutlarda ilerliyor. Malum olduğu üzere, güvenlik soruşturması iki etapta yürütülür. Biri arşiv araştırmasıdır, diğeri ise güvenlik soruşturmasıdır. Arşiv araştırması kişinin adli sicil kaydının olup olmadığını yani her hangi bir suçunun olup olmadığını, hakkında arama veyahut yakalama kararı olup olmadığı yönünde yapılan bir araştırmadır. Güvenlik soruşturması ise arşiv araştırmasına ilave olarak kişinin ahlaki durumuyla alakalıdır. Özellikle sır saklama yükümlü gerektiren işlerde çalışacaksa kişinin yabancılarla olan, çevre ile olan ilişkisi, kötü alışkanlıklara sahip olup olmadığı yönünde araştırmalar yapılır. Bu hem arşiv düzeyinde yapılır hem de kişinin ikamet etmiş olduğu mahallede, çevresinde kişi soruşturularak bu şekilde güvenlik soruşturması tamamlanır. Nihayetinde de her hangi bir mahsur söz konusu değilse göreve kabul edilir." dedi.
"AK Partili olmayanlar kadroya alınmıyor mu' şüphesi uyanıyor"
Güvenlik soruşturmasına takılanların birçoğunun dindar insanlar olduğunu söyleyen Kurşun, "Bu son günlerde taşeron firmalarda çalışıp kadro bekleyen, güvenlik soruşturması engeline takılan birkaç kişi ile görüştüm. Bu kişilerin de ortak özelliği dindar insan olmalarıydı. Burada ‘acaba iktidar AK Partili olmayanları kadroya almıyor mu?’ şüphesi kafamızda şekilleniyor. Çünkü gerçekten de bu toplum çok kutupsallaştırıldı. Bizden olan ve olmayan şeklinde ikiye ayrıldı. Yani kendilerinden olmayanlar nerede olursa olsun bir şekilde bu güvenlik soruşturması bahanesiyle engelleniyor. Diğer taraftan da güvenlik soruşturmasına yönelik şöyle bir eleştiri de ileri sürülebilir. Kişinin yakını bir örgüte yakın olabilir, yüz kızartıcı, normal adli bir suçtan veya siyasi bir suçtan dolayı mahkum olmuş olabilir. Bu o suçu işleyen kişiyi ilgilendirir. Nitekim ceza hukukunda 'suçların şahsiliği ilkesi' vardır. Yani herkes kendi işlediği suçtan sorumludur. Dolayısıyla kendi işlemiş olduğu suçtan dolayı akrabalarının zarar görmesi bir defa asla hukukla, mantıkla ve insafla bağdaşır bir durum değildir." ifadelerini kullandı.
Kurşun, "Güvenlik soruşturması kapsamında kişilerin yıkıcı ve bölücü örgüt faaliyetlerine katılmamış olması gerekiyor. Burada da kişinin her hangi bir cemaate, vâkıfa ve derneğe üye olması bir bölücü ve yıkıcılık mıdır sorusu akla geliyor. Tabi ki öyle değildir. Oysa şu ana kadar bu güvenlik soruşturmasına takılıp ve bize gelen kişilerin böyle bir durumu yoktur. Dolayısıyla bu durumda çok ciddi hukuksuzluk, tarafgirlik, partizanlık içeriyor. İnsanlar ‘ya benden ya da benden değilsiniz’ şeklinde ayrıştırılıyor. Ama çalışma hakkı kişilerin en doğal hakkıdır. Yıllarca taşeron firmada sözleşmeli işçi olarak çalışmış ancak her ne hikmetse bir süre sonra bir güvenlik soruşturmasıyla kadro dışı bırakılmasının hukuken anlaşılır bir tarafı yoktur." değerlendirmesinde bulundu.
"Güvenlik soruşturmasına takılanların bir çoğunluğu dindar insanlar"
15 Temmuz darbe girişimine karşı duranların çoğunlukla dindar kişiler olduğuna dikkat çeken Kurşun, "Dolayısıyla dinin bu toplumda bir bölücülük değil bilakis birleştirici ve bütünleştirici bir fonksiyonu var. Fakat, 'dindar olabilirsiniz ama bizim tarafımızda değilseniz bölücüsünüz' şeklindeki bir ayrışma ve sınıflandırma yanlıştır. Bu güvenlik soruşturmalarında da bu durum ortaya çıkıyor. Çünkü bu güvenlik soruşturmasına takılanların bir çoğunluğu dindar insanlar. Bundan dolayı kişilerin fişlenmesi bize 28 Şubat dönemini hatırlatıyor." şeklinde konuştu.
"FETÖ’cülerin verdiği kararların yok sayılması gerekiyor"
Karara bağlanan 28 Şubat dosyasını da değerlendiren Kurşun, 28 Şubat’ta mağdur edilenlerin hâlen cezaevlerinde olduğunu hatırlatarak, şunları söyledi:
"28 Şubatçıların kumpasıyla içeride olanlar ile FETÖ’cülerin kumpasıyla içerde olan kişilerin durumu aslında aynıdır. Yani değişik senaryolarla ve kumpaslarla operasyon yapılıp ve hukuksuz yargılamalar neticesinde verilmiş bu tür kararlar, İslami ve gayri İslami olsun fark etmez, burada verilen bu kararlar verilmemiş kabul edilmesi gerekir. Bu kişilerin hem itibarları iade edilmelidir hem de cezaevinde de bulundukları süre içerisindeki maddi ve manevi kayıpları bir şekilde telafi edilmelidir. Aksi takdirde siz 28 Şubatçılara ya da FETÖ’cülere ceza vermekle bu adaleti sağlamış olamazsınız. Bu her zaman için bir tarafı eksik kalacak bir durumdur. Mademki FETÖ’cü hakim ve savcılar hukuksuz kararlara imza atan terör örgütü üyeliği olduğu sabit, bir çoğu da ceza almaya başladı, o zaman bu kişilerin altına imza atmış olduğu kararlardaki sanıkların da bir şekilde derhal serbest bırakılması gerekiyor. Bu verilen kararların yok sayılması gerekiyor."
İLKHA