İnsanoğlu zamanı ve mekânı değerlendirerek çok şey öğrenir. Bazen görerek, bazen duyarak, yani farklı duyularını kullanarak hayat boyu öğrenir. Bundan, şunu anlıyoruz ki; yaradan Âlim sıfatından hareketle her insana farklı şekilde ilim öğrenmeyi nasip etmiş, her insan da kendi imkânlarını zorlamakla mükellef olmuştur.
Sonsuz kudret Lokman sûresinde: ‘Yeryüzünde bulunan ağaçlar kalem olsa, denizler de mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha gelip ona yardım etse de Allah'ın kelimeleri yazılsa, yine bunlar tükenir, Allah'ın kelimeleri tükenmez. Allah öyle üstündür, öyle hikmet sâhibidir.' Bu anlamda rezervi en yüksek kaynak şüphesiz ilimdir. İlim kavramı geniş ve kapsayıcı olduğundan her insan ilmin bir dalından hareketle kendisini güzel bir şekilde yetiştirebilmeli. Kanaatimce üst düzey okumayan bir insan, kendi imkânları içinde ihtisas yapabilir. Mesela namaz, zekât, oruç veya diller noktasında kendini gerçekleştirebilir.
Bunları yapabilmek için ekonomik anlamda çok güçlü olmaya gerek olmadığını söyleyebiliriz. Bu konuda biraz daha geniş düşünürsek kendi yaşantımızı önceleyerek çeşitli bilgilere sahip olabiliriz. Kendi yaşantımız sonucunda elde ettiğimiz bilgi ve tecrübeler kesinlik arz etmese de insanların kendi psikolojilerinden hareketle bu bilgilere ümit atfederek inanmak istemesi insanların bir şeylere inanma gerçeğini ortaya koymuştur. Kesinliği olmayan bu bilgilere inanılmak istenmesini ise kültürler, değerler, inançlar bağlamında değerlendirmek gerek.
Düşünün dünyada o kadar çok halk dinleri var ki herkes kendi kanalını izlediği gibi kendi inandığını yaşamak istiyor. İnanmak istedikleri değerler perspektifinde kavramlar üreterek inançlarına kutsallık atfediyor. Bizler ise kendi semavi kutsallarımızı yaşamadan anlamsızlaştırmaya çalışıyoruz. Bir tuhaflık bir çelişki yok mu? Bugün çok farklı sorunlar yaşıyorsak yaşadıklarımızın çoğunu bu anlayışımıza, yaklaşımımıza bağlayabiliriz.
Konuyu biraz daha açarsak farz edin ki bir rahatsızlığınız var. Bu rahatsızlığınızdan emin olmak için iki ayrı doktora gidiyorsunuz. Birinci doktorla görüştüğünüzde lütfen, teşekkürler sizin yoga ve metidasyona ihtiyacınız var desin. Diğeri ise Allah razı olsun sen elinden geleni yap Rabbim inşallah bir şifa verir, deyip size samimi bir şekilde davransa. Bu iki yaklaşım biçiminden hangisi daha hoşumuza gider? Muhtemelen yabancı kavramlara olan hassasiyetimizden hareketle resmi davranan için O doktor çok daha iyi. Niçin diye kendimize sorduğumuzda çünkü benim anlamadığım şeylerden bahsediyor, cevabını düşünürüz.
Demek ki güzel şeyleri anlamsızlaştırıp anlamsız şeyleri de güzelleştirme gibi bir hastalığımız var. Bunu sanatta, müzikte, siyasette, ekonomide görebiliyoruz. Oysaki Cenâb-ı Allah ve Onun Nebisi Resulü Efendimiz(S.A.V) çoğu şeyi açık beyan etmiştir. Bu anlamda sahabeden İbn-i Abbas : “Devemin yularını kaybetsem Kur'an'da bulacağımı umarım'' diye yürünecek yolda açık işaretler vermiştir. Her şey bu kadar açıkken bizler, işlerimizi neden zorlaştırıp yeteneklerimizi kaybediyoruz?
Tarihsel gelişime baktığımızda kaybedilen özelliklerin tarihin her döneminde yaşanabileceği gibi çoğu şeyin kazanılması da doğaldır. Doğal olmayan ise kazandıklarımızı ve kaybettiklerimizi yanlış adreste aramamız. Bizler kaybettiğimiz ilmimizi, dostlarımızı, ailemizi, çocuklarımızı anonslarla bulmaya çalışıyoruz. Oysaki bulunması gereken yer bellidir. O da şüphesiz Efendimizin(S.A.V )işaret ettiği mirastır. Bu köklü mirasa sahip çıkmak insana mutluluk ve huzur getirecektir.
Selam ve dua ile...