“Trrrrum,
Trrrrum,
Trrrrum!
Trak tiki tak!
Makinalaşmak istiyorum!”
Yazıya böyle bir giriş yapmamı eminim çoğunuz saçma bulmuşsunuzdur.
Bu dizelerin Mayakovski çakması Nazım Hikmet'in “Makinalaşmak İstiyorum” şiirinden alıntı olduğunu bilenler hariç.
Şimdi öğrenenler arasında da saçma görenlerin oranında da azalma olacaktır kuşkusuz.
Keşke bu girizgahı görenler Cumhuriyet'in jakoben ekibi olsaydı…
O zaman bu satırlardaki derinliğe hayran kalır, Nazım'ın insan sevgisinden girip devrimciliğinden çıkarlardı.
Yüzyıl önce Batı'nın Anadolu'ya zerk ettiği zehrin tanıtım reklamında aktör olan Nazım'ı fikir adamı belleyenlerin çoğu Nazım'ın özel yaşamından habersizdir.
Bir kısmı da zaten ahlaksızlığı karakter bellemiş.
Zehri zerk edenler de “özel yaşamın dokunulmazlığı”nı kutsama adı altında her haltı meşru sayma gayesinde değil miydi?
Nazım Hikmet, çocukluk arkadaşı ve ilk eşi olan Nüzhet için “O mavi gözlü bir devdi /Minnacık bir kadın sevdi/Kadının hayali minnacık bir evdi” dizeleriyle devin kendisi olduğuna, kadının dünyasının sığlığına vurgu yapar bir şiirinde.
Nüzhet'ten ayrılır ayrılmaz kız kardeşinin dul arkadaşı Piraye ile evlenir.
Ve Piraye'ye: “Paran varsa eğer/Bana fanila bir don al/Tuttu bacağımın siyatik ağrısı/Ve unutma ki/Daima iyi şeyler düşünmeli/Bir mahpusun karısı”
İyi şeyler düşünmeyi salık verdiği Piraye'nin ne düşündüğünü anlamak zor…
Ancak Nazım'ın Bursa Mahpushanesi'nde görüşüne gelen dayısının kızı Münevver için iyi düşünmediğini Piraye, Nazım'ın Münevver için yazdığı “Sen esirliğim ve hürriyetimsin/Çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin” dizelerden ve itirafından sonra anlayacaktır.
Piraye – Nazım ilişkisi bir müddet kesilecek ve Nazım'ın intihar tehdidiyle kör topal devam edecektir.
Bütün bunlara rağmen Nazım, mahpushane çıkışında Münevver'le evlenecektir.
İşçi ve köylü haklarının yılmaz savunucusu(!) Nazım'ın maceraları bununla da sınırlı kalmaz.
Kutsal bellediği Rusya'da yazdığı “Saman Sarısı” şiirinde “Saçları saman sarısı/Kirpikleri mavi/Kırmızı dolgun dudaklı” dizelerinin muhatabı resmi son eşi Vera Tulyakova'dır bu sefer.
Nazım'ın özlemini kurduğu makinalaşmak insani yanımızı götürürken, makinalaşıp süper güç olan Rusya ve ABD ilk defa bu son seçimle birlikte her zamankinden daha çok yakınlaşacaktır.
Zira Doanld Trump, ilginç bir seçim beyannamesiyle ABD başkanlık seçimini kazandı.
Rusya'yı müttefik sayacağı, mültecileri sınır dışı edeceği, Meksika'yla aralarına duvar çekeceği, Esed'i muhaliflere tercih edeceği… gibi birçok vaadi vardı Trump'ın.
Seçilmesiyle birlikte analistler, anket firmaları, öngörülü(!) gazeteciler ilk günün şokunu atlattıktan sonra bu sefer dünyayı neyin beklediğini sıralamaya başladılar.
Obama'yı renginden dolayı kendisine yakın sananlar, ABD'nin Ortadoğu'yu nasıl bir bataklığa dönüştürdüğünü görmemiş/anlamamış olacaklar ki “Hillary Clinton olsaydı” diye başlayan ve bir anlam ifade etmeyen uzun uzun cümleler sarf etmeye başladılar.
Oysa ne Clinton'lu ne de Trump'lı ABD'nin genelde Müslümanlara ve Ortadoğu halklarına, özelde de Türkiye'ye ve Türkiye'deki İslami camialara vaat edeceği bir şeyi vardır.
ABD, Rusya ve israil, dünyayı halkları için cennete dönüştürme adına, tüm dünyayı cehenneme dönüştüreceğinden hiç kuşkunuz olmasın.
Dolayısıyla kimin kazandığı umurumuzda değil.
Varsın, ABD'yi düşler ülkesi görüp yatırımını Clinton'a yatıran din tüccarı FETO ve onun satılık sürüsü düşünsün.
Varsın ABD ile gizli anlaşmalara imza atıp zahiren ABD'ye düşman kesilen sahtekâr anti Amerikalılar düşünsün.
Varsın “Kahrolsun Amerika” sloganlarıyla büyüyüp ABD'yi kutsal belde kabul eden “Antik Amerikalı” sol jakobenler düşünsün.
Biz, her şeye rağmen bizi eşref-i mahlukat addeden mukaddes kitabın sırrınca insan kalmaya devam edeceğiz.
Ve makinalaşmayı kutsayıp nataşalaşan Rusya'ya, makinalaşan ABD'ye;
“Trrrrump
Trrrrump
Trrrrump
Trak tiki tak
İnsan kalmak istiyorum, insan kalmak!” diyeceğiz.