Başlıktaki bu kadim kaidenin daha çok “Müslümanlar” için geçerli olduğu ifade edilir, zira Allah’ı ve Resulullah’ı “Teşrî” makamında görmeyenlerin imhâl (mühlet verme) edildiğine dair kat’i “nass”lar mevcuttur.
Fert olsun grup olsun, cemaat olsun cemiyet olsun, İslami karakter taşıyan bir hareketin girişeceği bir amelde(eylemde, herhangi bir işte) “Rızay-ı Bâri” dışında nefsaniyete, cehlaniyete veya şehvaniyete bulaşmış, çıkar endeksli bir gayeye temayül olursa, bu durum haddini aşmışlıkla ifade edilir. Bunun da maksudunun zıddına inkılab edeceği mukadder olur. (Hedeflenen şeyin tam tersine dönüşmesi kaçınılmaz olur)
İnsanların hangi niyetlerle birtakım ameller gerçekleştirdiklerini elbette tam olarak bilemeyiz. Böylesi bir iddia, niyet okuma anlamına gelir ki bundan şiddetle kaçınmak gerekir. Ancak girişilen eylemlerde süreç içerisindeki kilometre taşlarına, başvurulan araç ve argümanlara, uygulanan yol ve yöntemlere, hepsinden önemlisi de elde edilen sonuçlara bakılarak bu konuda bir intibaya varılabilir.
Sonuca giden süreçte ilkeler, çıkarlar uğruna zaman zaman rafa kaldırılmışsa, kısmen de olsa Makyavelizm’in ya da oportünizmin çıkmaz sokaklarına girilmişse, adalet ve hukuk, istisnalarla delik deşik edilmişse, liberal kapitalizmin ekini ve nesli tahrip eden politikalarına karşı ciddi tedbirler alınmamışsa, bu mezkûr akıbete duçar olunması da kaçınılmaz olacaktır maalesef.
Hele hele küresel ya da yerel şeytanları ürkütmemek için asıl dostlar küstürülmüşse, Ebû Müslüm Horasanî’nin yazımızın “tema” sına uyan şu sözleri haklılık kazanmış olur:
“Emeviler, düşmanlarını kazanmak için dostlarını küstürdüler, ama düşmanlarını kazanmadıkları gibi dostlarını da kaybettiler.”
Sevdiğimiz, gönül verdiğimiz dostlarımızı bu derekede görünce yapmamız gereken şey, onlara “Yaşa, varol, devam et!” demek olmamalıdır. Bilakis gayr-ı ahlaki ve hakaretamiz ifadelerden kaçınarak, “İslam ahlakı” na uygun bir şekilde eleştiri(hakkı tavsiye etme) mükellefiyetimizi yerine getirmemiz gerekir.
Gerçeği yansıtan bu tür seviyeli eleştiriler ya da hatırlatmalar sonucu Müslüman bir kardeşimiz, başına gelen musibetlerde, kendi eli ile işlediği günahların ciddi etkilerinin olduğunu fark edip(Şûra-30), kendisini ıslah etme yönünde adım atmaya meylederse, bu hem kendisi hem de eleştirenler açısından önemli bir kazanç olur. Hatta Üstad hazretlerinin ifadesi ile bunlar yani bu musibetler, müspet olarak değişim gösterme yönünde irade beyanında bulunan Müslümanlar için birer iltifatat-ı Rahmanî derecesine yükselir.
Haramların kanıksandığı, günahların cazip hale getirilip estetize edildiği, sefahetin özgürlük olarak adlandırıldığı bir zamana şahitlik ediyoruz. Allah’la bağları kopmuş modern çağın insanına öykünen Müslümanların “Allah, Kitap, Peygamber” demelerine rağmen parayı, sermayeyi, üretim araçlarını, serbest piyasa ekonomisini kutsadıklarını, servet ve iktidarı amaç haline getirdiklerini üzülerek müşahede ediyoruz.
Hadîd Suresi 14. ayet-i kerimesinin işaret ettiği ikiyüzlü karakter yapısına benzer tavırlar sergileyenleri dahi tanımaz oluyoruz:
“…Siz kendinizi fitneye düşürdünüz. (Mü’minlerin acılara ve yıkımlara duçar olmasını) gözetip beklediniz. Kuşkulara kapıldınız. Kuruntularınız sizleri yanıltıp aldattı. Sonunda Allah’ın emri(olan ölüm) geliverdi ve o aldatıcı da sizi Allah ile(Allah’ın adını kullanarak, hatta masumca sizden görünerek) aldatmış oldu.”
Şeytanların “Şeytaniyet”e çalıştıkları kadar, Rabbanîlerin Rahmaniyet için gayret göstermediklerine tanıklık ediyoruz.
Kanaat-i acizaneme göre böyle bir zamanda, Müslümanlar olarak bizleri birbirimizden uzaklaştıracak, ayrılık ateşlerini körükleyecek meselelerden ziyade, ittihadı netice verecek asgari müştereklerimizi dile getirmeli ve en günahkâr bir Müslümanın, en iyi bir kâfirden daha iyi olduğunu kendimize şiar edinmeliyiz.
Harama karşı “HELÂL”in, münkerata karşı “MÂRUF”un, günahlara karşı “TAQVA”nın sesini hem lisan-ı qalimiz hem de lisan-ı halimizle yükseltmeliyiz.
Belki de o zaman, “Elleri öpülecek insanlar” ın zindanlara atılması karşısında suskun kalıp anamıza, ailemize ve kutsallarımıza galiz küfürler eden eblehlerin “Gözlerinden öpme” utancından kurtulmuş oluruz.