Hakikatte kazananlar ve kaybedenler
Davasında samimi, ihlaslı, gayretli müminler için, Hak’tan ayrılmadıkları ve istikamet ettikleri sürece, hakikatte hiç bir zaman kaybetmek yoktur. Ancak gelin görün ki, bunu hatırlamak istemeyenler yazılarıyla, sağda solda usulsüz ve ölçüsüz konuşmalarıyla kendilerine ve çevresindekilere negatif mesajlar veriyorlar.
“Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar; halbuki onu, Resûl’e veya aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi, onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi. Allah’ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyup giderdiniz.”(Nisa 83)
İnternette veya sosyal medyada, yani herkesin kolaylıkla erişeceği alanda eleştiri, tahlil, yorum ve değerlendirmede bulunmak o kadar dikkat ister ki, yazdıklarınızda kastınız ne olursa olsun, mesela yukardaki ayette belirtilen usulü atlarsanız -Allah muhafaza- hem “sivri dilleriyle incitenler”(Ahzab19) sınıfına girersiniz hem de, telafisi imkânsız sonuçların vebalini yüklenmek durumunda kalırsınız.
Aslolan, dünyevi mal, makam, oy veya seçimi değil, imtihanı ve rıza-yı İlahiyi kaybetmemektir.
HÜDA PAR, ‘seçimlerde kazanalım da ne şekilde olursa olsun’ deseydi, başkası bu işi nasıl yapıyor, hangi taktikleri uyguluyor, neye başvuruyor, ne söylüyor biz de aynısını yapalım deselerdi, mesela; seçim çalışmalarında diğer partiler için, “bunlara vereceğiniz oy boşa gidecek, bunları mossad çıkarmış, bunlar filan partiye katılacak, bunlar bizim oyları bölmek için devlet tarafından kurulmuş” gibi nice iftiralarda bulunsalardı hiç şüpheniz olmasın oyları çok daha yüksek çıkardı.
Başta HÜDA PAR’a, kardeş kuruluşlarına, gönüllülerinin bizzat kendilerine hem ev, araç ve işyerlerine neredeyse günde üç öğün taş, molotof ve bomba atanlara aynısıyla mukabele etselerdi veya bu yöntemle hareket etselerdi sonuç daha farklı olurdu.
Seçim çalışmasında bulunan kişileri, kadın erkek ayırmadan dövselerdi, olmadı bıçaklasalardı, kimi ilçelerden de kendine muhalif gördüğü partinin adaylarını, “burası bizim kalemiz, siz buraya provakasyon için gelmişsiniz” deyip kavga gürültüyle çıkarsalardı ve sonra da, “ilçemize gelip masum vatandaşlara saldırdılar diye yaygara yapsalardı” herhalde netice başka olurdu.
Filan köyde, filan mahallede, filan tepenin ardında silahlı kişiler bırakarak veya bu türden mizansenler yayarak sürekli korku, tehdit, şiddet ve terörle ve “bakın bize oy vermezseniz..” ile başlayan cümlelerle gündemde kalsalardı tabi ki halkın tercihi kendilerinden yana olurdu.
Ya da seçmene para vs. dağıtsalardı, olmayacak şeyler vadetselerdi, ‘yeter ki kazanalım’ deyip farklı düşünceden meşhur kişileri aday yapsalardı, mutlaka bazı belediyeleri kazanırlardı.
Doksanlı yıllarda mürted yapının ve devletin, iki binli yıllarda ise ağırlıklı olarak devletin, akıl almaz zulmünü iliklerine kadar hissetmiş bir dava, o dönemlerde ne kaybetti ki, bugün “Neden kaybetti?” diye sorulsun. Ha, “bu dava öyle azizdir ki en iyilerimizi kurban etmek gerek” diyen önderlerin şehadetini kayıp olarak görenler, tabi ki seçim sonuçlarına da öyle bakacaklardır.
Mümin, her olayda sebep değil hikmet arar. Çünkü sebep takdir-i ilahidir, hikmet ise terbiye-i Rabbaniye’dir. Ve Rabbimiz,“Hikmeti dilediğine verir. Kime de hikmet verilmişse, şüphesiz ki, ona pek çok hayır verilmiştir. Bunu ancak akıl sahibleri anlar.” (Bakara 269)
Televizyona gönderilen şu mesajı paylaşarak bitirmek istiyorum:
“Değerli kardeşlerim bu seçimin tek galibi vardır. O da insanları aldatma sanatı olan politika yapmayıp, İnsanları Kur’an ve sünnetin yaşanması ve hakim olması adına siyaset yapan sizlersiniz. Bizler batıdaki kardeşleriniz olarak bu sonuca üzüldük. Sizler Allah nazarında kazandınız... Çalışmaya devam...A:E.Olunuz.(Abdullah K.)