Sekiz bakanlığın ortak çalışmasıyla bir uyuşturucu ile mücadele raporu yayınlandı. Tahmin edileceği gibi rapor, baştan sona rakamlarla doludur. Konuya
ilişkin adli, klinik ve mali cihetlerde yapılan işlemlerin dökümleri sıralanmış. Uyuşturucu ile mücadelede ciddi bir inisiyatifin geliştiğini ortaya koymakla beraber bu raporda dikkati çeken en önemli husus; tüm çalışmaların uyuşturucu belasının sebep olduğu sonuçların ortadan kaldırılmasına yoğunlaşılmış olmasıdır.
Raporu incelerken, soruna yanlış yönden yaklaşıldığını hemen fark ediyorsunuz. Yapılan işlemlerin büyük büyük rakamlarla ortaya konulmasının, aslında büyük bir başarısızlığı örtbas etme amacına matuf olduğunu anlamak da zor değil. Bunu okuyabilmek bir basiret gerektirmiyor maalesef.
Türkiye'de sorunlara yaklaşım mantığının değişmediğini görmek, çok üzüntü verici. Bu bile başlı başına klinik bir vakadır. Bu mantığın aslında ciddi bir tedaviye ihtiyacı var. Mantığın kendisi hastalıklı ve tedaviye muhtaç. Hasta bir mantıkla bir hastalığın iyileştirilmesi görülmüş bir şey değildir. Zira sorunlara yüzeysel bakmak, sonuçları ile uğraşmak, bataklıkla değil de sineklerle uğraşmak, mefhum-u muhalefeti itibarıyla aslında bu sorunun çözülmesinin istenmediği şeklinde okunabilmektedir.
Bu rapora göre iki yılda 680 bin kişi tedavi görmüş, destek hattına 106 bin müracaat yapılmış, bilmem kaç bin şüpheli yakalanarak haklarında işlem yapılmış veya cezaevine atılmıştır. Bunlar bana çok gülünç geliyor. Beni dehşete düşüren tek rakam ise; 15-64 yaş arası genel nüfusta en az bir kez bile olsa uyuşturucu kullanan kişi sayısının tam 1.3 milyon insan olmasıdır.
Uyuşturucu kullanımının ilkokullara kadar düştüğü, okulların önlerinin uyuşturucu simsarları tarafından neredeyse işgal edildiği, tüm okulların uyuşturucu mafyaları tarafından parsellenerek bölüştürüldüğü ve neredeyse bütün çocuk ve gençlerimizin çok büyük bir uyuşturucu tehdidi altında olduğu bir zamandan söz ediyoruz. Böyle bir tablo önümüzde dururken, biz kalkıp sekiz bakanlık olarak sadece sonuçlara odaklanalım, tedavi ile uğraşalım, suçluları yakalamaya çalışalım.
Oysa bu saydığım çalışmalarda tam anlamıyla bir başarı söz konusu olsa dahi, tüm suçlular yakalansa, tüm müptelalar tedavi edilse bile, ne değişecektir? Bunu ciddi olarak sorgulamamız lazım. Bu sektörü devamlı besleyen, yeni yeni müptelalar üreten, ne kadar yakalasan dahi yeni suçlular ordusunu kısa bir sürede tekrar yola koyabilen devasa bir akıl var bu işin arkasında. Bununla beraber bu sektöre her an amade, her türlü şartları uygun, direnç noktaları kırılmış, uçsuz bucaksız bir pazar teşkil eden toplumsal bir saha vardır.
Bu şartlarda uyuşturucu ile mücadele stratejisini kalkıp sonuçlar üzerine bina ederseniz, kendi elinizle uyuşturucuya saha açmış olur, bu illeti bu gün geldiği noktaya kendi elinizle taşımız olursunuz.
Bu marazın neşv u nema bulmasının en önemli nedeni, hiç şüphesiz ki inanç değerlerinden, maneviyattan uzaklaşılmış olmasıdır. Toplumumuzun geleceğini bu tür müfsit illetlere karşı koruyacak, münkerlerin önünü kapatacak en önemli saik; manevi hassasiyetin geliştirilmesi, oturtulması, bu toplumun yeni neslinin asli değerleri ile barıştırılmasıdır. Bana göre, değerler eğitiminden ve maneviyattan söz edildiğinde; aramızdaki “IŞİT” çiler hortladı” yaygarasını koparanlar, uyuşturucu baronlarından ayrı düşünülmemelidirler.
Şimdi ne olduğu müphem eğitim sistemimizin “Değerler Eğitimi” zeminine oturtulması kaçınılmazdır. Kastım, asli değerlerdir. Yoksa 90-100 yıldan beri dayatılan ithal değerler değil. Toplumumuzun geleceğinin emniyet subabı maneviyattır.
Uyuşturucu illetinin bu kadar yaygınlaşmasının bir diğer önemli nedeni de: cezaların caydırıcı olmamasıdır. Toplumun tamamını ifsada götürme potansiyeli olan bu tür suçların cezaları ifsadın boyutu ile eşdeğer olmalı, bir defa bulaşan, ikincisine cüret edememelidir. Bununla beraber diğer suçlular üzerinde de ciddi bir caydırıcılık oluşturabilmelidir.
Bunları yazarken, 8 bakanlığın uyuşturucu ile mücadele karnesini oluşturan o faaliyetlerin gereksiz olduğunu anlatmak istemiyorum elbette. O faaliyetler de gereklidir ve keyfiyeti arttırılarak devam etmelidir. Ancak salt bunlarla yetinilmesi handikaptır. Bu faaliyetler, meselenin sadece bir yönüdür. Uyuşturucu ile mücadelenin temeline sadece bu tür tedbirlerin konulması ise toplumsal bir cinayettir.
Bilmek gerekir ki: Uyuşturucu illeti, bir sonuçtur. Değerler eğitiminden uzaklaşmanın bir neticesi, bir diyetidir. Mücadele bu tespit üzerine bina edilmez ise diyeti bütün geleceğimiz olacaktır.